Boran'ın Anlatımı
Artık geri dönüş yoktu. O gece çatının gölgesinden Hazal'ı gördüğümde, kalbim bin parçaya bölünmüştü. Ama aynı zamanda kararım da kesindi: Bu ihanetin bedeli ödenecek.
Sabah olmadan adamlarımla toplandım. Silahların soğuk sesi, öfkemin yankısı gibiydi. Benim için bu artık sadece bir kan davası değildi. Onur meselesiydi.
Ve en çok da kalbimin meselesiydi.
Düşmanımın mekânına vardığımızda karanlık geceyi mermi sesleri böldü. Barut kokusu ciğerlerime dolduğunda içimdeki yangın biraz olsun hafifledi. Her kurşun, Hazal'ın gözlerindeki o ihanetin acısına cevaptı sanki.
Ama içimde bir çelişki vardı. Çünkü kurşunları düşmanım için sıktım, fakat kalbimde hâlâ Hazal'ın adı yankılanıyordu.
Onun da orada olduğunu biliyordum. Onu gördüğüm an, silahımın namlusu titredi. Bir an duraksadım. Çünkü bir mermiyle düşmanımı değil, kendimi vurabilirdim.
Gözlerim karanlıkta onu aradı. Ve işte oradaydı…
Hazal, gölgelerin arasında, bana bakıyordu. Yüzünde korku, gözlerinde pişmanlık vardı. Ama geri dönmeyeceğini de biliyordum.
Adamlarım bağırıyordu:
— "Boran Bey, ilerliyorlar!"
Ben ise sadece içimden geçen o cümleyi duydum:
"Beni düşmanımla bir sofrada gömdün, Hazal… ama ben seni mezarımdan bile çıkarırım."
Son kurşunu sıktım, ardından mekân kan ve sessizlikle doldu.
O gece savaşı ben başlatmıştım. Ama asıl savaş, kalbimdeydi.
Ve biliyordum:
Hazal'ı ya geri alacağım… ya da bu ihanetle ikimizi de yakacağım.
---