Hazal'ın Anlatımı
Gece, mermilerin sesiyle paramparça oldu. Barut kokusu, kanın keskin kokusuna karıştı. Etrafımdaki herkes silahlarına sarılırken ben sadece nefes almaya çalışıyordum. Kalbim kaburgalarımı kıracakmış gibi çarpıyordu.
Ve sonra… onu gördüm.
Boran.
Kaosun ortasında, gözlerinde fırtına taşıyan o adam. Bana doğru değil, düşmana doğru yürüyordu ama her adımında kalbim titredi. Onun gelişini görmek… hem korku hem özlem gibiydi.
Eski sevgilim kolumdan tutup beni arkasına çekmeye çalıştı.
— "Korkma, ben yanındayım!" dedi.
Ama işte tam da o an fark ettim: Ben onun yanında korkuyordum. Boran'ın öfkesi bile bana daha güvenli geliyordu.
Bir kurşun masanın kenarına saplandığında çığlık attım. Kulaklarım uğulduyordu. Boran gözlerini bana çevirdi, bir anlığına zaman dondu. Gözlerinde öfke vardı, evet… ama öfkenin ardında hâlâ bana ait olan bir sevda da vardı.
O bakışla içimden bir şeyler koptu.
"Bana kız Boran, nefret et, ama böyle bakma…" diye fısıldadım kendi kendime. Çünkü onun gözlerinde gördüğüm şey, bana en ağır kurşundan daha çok acı veriyordu: Kırgınlık.
Mermiler bitince bir sessizlik çöktü. Kalabalık dağılırken, ben hâlâ olduğum yerde titriyordum. Ellerim kan içinde miydi, gözyaşlarım mı yüzümü ıslatıyordu, bilmiyordum. Tek bildiğim, kalbime sıkılan kurşunun kimden geldiğiydi.
Boran bana bakıp hiçbir şey söylemedi. Gözlerini çevirdi, arkasını dönüp uzaklaştı.
O an içimde bir şey öldü.
Çünkü anladım…
Boran'ın kurşunları beni öldürmezdi. Ama sessizliği öldürüyordu.
---