Sere, ormanın derinliklerine doğru yürüdükçe içini garip bir huzursuzluk kapladı. Ağaçların dalları, gökyüzünü adeta gizlemişti; güneşin ışıkları yalnızca ince bir sisin arasından süzülüyor, toprağın üzerinde solgun lekeler bırakıyordu. Rüzgâr, yaprakların arasından geçerken fısıltılara benzeyen sesler çıkarıyor, sanki geçmişten gelen yankılar ona bir şey anlatmak ister gibiydi.
Moaito, önünde yürürken bir an durdu.
"Duyuyor musun?" diye sordu, sesi alçak ama temkinliydi.
Sere başını kaldırdı. Rüzgârın taşıdığı o ses, bu kez daha belirgindi.
Bir inilti… Hayır, belki bir çağrıydı bu.
"Bu orman… sanki canlı," dedi Sere fısıldayarak.
Moaito başını salladı. "Void'in kalıntıları buralarda. Her taşın, her ağacın hafızası var. Savaşın bıraktığı izler hâlâ yankılanıyor."
O an Sere, Moaito'nun gözlerinde bir parıltı fark etti. Normalde soğuk ve mesafeli duran o bakışlarda, şimdi anlık bir acı, belki de pişmanlık parlıyordu.
Bir süre sessizlik içinde ilerlediler. Yollar daraldıkça ağaçlar birbirine karışıyor, toprağın rengi giderek koyulaşıyordu. Ormanın kalbine yaklaştıkça, havadaki mana yoğunluğu artıyor, nefes almak bile zorlaşıyordu.
Sere'nin içindeki enerji dalgalanmaya başladı. Elleri hafifçe titredi.
"Moaito, bu his… Sanki biri bizi izliyor."
Moaito'nun elindeki küçük metal kolye, aniden mavi bir ışıkla parladı.
"Evet," dedi. "Bu, koruyucu ruhların bölgesi. Eğer niyetimiz saf değilse, buradan sağ çıkamayız."
Sere'nin kalbi hızla atmaya başladı. "Ya saflığımızı yanlış anlarlarsa?"
Moaito gülümsedi, ama bu gülümseme hem yorgun hem de acı doluydu.
"O zaman kendimizi anlatmamız gerekir… ya da savaşmamız."
Birden çevre karardı. Ağaçların gövdelerinden gölgeler süzülmeye başladı. Gölgeler, insan biçimine bürünerek Sere ile Moaito'nun etrafını sardı.
"Kim bunlar?" diye sordu Sere, elini kılıcına götürürken.
Moaito, sessizce öne adım attı.
"Bunlar… Void'in düşen askerleri. Ruhları burada hapsolmuş."
Gölgeler konuşmuyordu ama nefes alır gibiydi. Karanlığın içinden bir figür öne çıktı; yüzü seçilemiyordu, yalnızca parlayan gözleri vardı.
"Siz… dengeyi bozacak olanlarsınız," dedi yankılanan bir ses. "Bu topraklar sizi kabul etmez."
Sere'nin zihninde birden bir görüntü belirdi: yanan şehirler, parçalanmış gökyüzü, üzerinde yürüyen devasa bir karanlık dalgası. Dizlerinin bağı çözüldü.
"Bu… neydi?" diye inledi.
Moaito, elini Sere'nin omzuna koydu. "Görüler seni seçti. Artık sen de dengenin bir parçasısın."
Gölgeler aniden üzerlerine yürüdü. Moaito, kolyesini gökyüzüne doğru kaldırdı, mavi ışık bir anda patladı. Işığın içinde gölgeler çığlık atarak geri çekildi.
Ancak biri kalmıştı. Diğerlerinden farklıydı, daha büyük, daha ağır bir varlık.
"Ben…" dedi boğuk bir sesle, "bir zamanlar Işık Muhafızıydım."
Sere'nin gözleri büyüdü. "Işık Muhafızları mı?"
Moaito başını eğdi. "Onlar dengenin koruyucularıydı… ama Void onları bile yuttu."
Ruh, bir an sessiz kaldı, sonra yere çöktü.
"Eğer gerçekten dengeyi geri getirecekseniz, o zaman bu taşı alın," dedi ve elinden siyah bir taş düşürdü. Taşın ortasında ince beyaz bir çizgi vardı — sanki ışıkla karanlığın tam sınırı gibi.
Sere taşı eline aldığında, bir sıcaklık yayıldı.
"Bu ne?" diye sordu.
Moaito yanıtladı: "Bu, Eşiğin Taşı. Dengenin doğduğu yerde, seni oraya götürecek tek şey."
Gölgeler sessizce çekildi, orman yeniden nefes almaya başladı.
Sere dizlerinin üstüne çöktü.
"Artık geri dönmek yok, değil mi?"
Moaito'nun sesi kararlıydı: "Hayır. Bu yolun sonunda ya denge doğacak… ya da her şey yok olacak."
Gökyüzünde uzaklarda şimşekler çaktı.
Rüzgâr yön değiştirdi.
Ve orman, ikisini de bir sır gibi içine çekti.
