Cherreads

Chapter 4 - Bölüm 3: Yeni Çağ : Valerium

Lux Dolaris Kilisesi'nde yaşananlar dış dünyaya yansıtılmasa da etkisi büyük olmuştu. Bu olay, yeni bir çağın başlangıcıydı.

O günden bu yana yüz elli yıl geçmişti.

Ve o gün, dünya geri dönülmez biçimde değişmişti.

Kıdemlilerin devri sona ermişti.

Ket Laneti'nin Kıdemliler üzerindeki hükmünün ardından, Tanrıların sessizliği içinde yeni bir düzen doğdu.

Ve o düzenin adı: Valerium İmparatorluğu — insanlığın en büyük ve en kudretli imparatorluğu.

Valerith, lanetin Kıdemliler üzerinde hüküm sürdüğü o günden sonra dünyayı yeniden kurdu.

İnsanların dağılmış krallıklarını birleştirdi; savaşın yarattığı yıkımı bir "barış imparatorluğuna" dönüştürdü.

O, "Işığın Anası" olarak anılıyordu — Valerith I. Lux Domina.

Ancak bu barış, kanla mühürlenmiş bir barıştı.

Valerith'in hükmü altında yaşayan her halk, geçmişteki bitmek bilmeyen savaşların izlerini taşıyordu.

Ve artık kimse eski dünyanın kahramanlarından — Kıdemlilerden — bahsetmiyordu...

Bahsedemiyordu.

Bir anda ortadan kaybolmalarının sebebi, insanların gözünde belliydi:

Sözde, Kıdemliler insanlığa ihanet etmeye kalkışmış; bu yüzden Valerith ve Varisler tarafından öldürülmüşlerdi.

Çoğu insan buna inandı.

İnanmayanlar ise Kıdemlilerin takipçileri olarak damgalandı — ya katledildiler ya da acı ve ızdırap dolu bir hayata mahkûm edildiler.

Kıdemlilerin izinden giden, hâlâ onlara inanan kimseler "hain" olarak görüldü; halktan bile dışlandılar.

İnsanlık acımasız ve saftı — yalanlara inanıp, bir zamanlar kahraman dedikleri, tek umutları olan Kıdemlilere ve onların mirasına sırt çevirdiler.

Kıdemliler artık kahraman değil, tarih kitaplarında "tehlikeli sapkınlar" olarak anılıyorlardı;

isimleri bile lanet sayılıyordu.

Yine de bazıları o günden sağ çıkmıştı.

Ama kim olduklarını, nerede olduklarını kimse bilmiyordu.

Bazısı taşıdığı büyük sorumluluklar nedeniyle sessizce geri çekilmiş,

bazısı intikam için yola koyulmuş,

bazısı ise gücünü kaybedip kendi bedenini mühürlemişti.

Zaman, onları efsaneye dönüştürmüştü.

Valerium'un yükselişiyle birlikte dünya yedi parçaya bölündü.

Her biri kendi imparatorluğunu kurdu, kendi bayrağını dalgalandırdı:

İnsanlar: Valerium İmparatorluğu — kutsal düzenin merkezi.

Melekler: Aetherion Krallığı — gökyüzü şehirlerinin hükümdarları, Tanrıların elçileri.

Canavarlar: Gorrath Dominyonu — vahşi doğanın kralları.

İblisler: Nerathum İmparatorluğu — yeraltı alevlerinin efendileri.

Vampirler: Noctyra Hanedanı — geceyi yöneten soy.

Cüceler: Duragorn Demirbirliği — dağların kalbinde doğan imparatorluk.

Elfler: Sylvaris Meclisi — ormanların kadim koruyucuları.

Her ırk, uzun süren savaşların ardından kendi topraklarını inşa etti.

Artık Valyria dünyası sadece insanlara ait bir yer değildi;

bütün ırkların birleştiği, yaşadığı ve savaştığı bir dünyaydı — Valyria.

Yüzyıllar boyunca ittifaklar kuruldu, savaşlar çıktı, anlaşmalar bozuldu.

Ama hiçbir şey, Valerith ve Varislerin gölgesine zarar veremedi.

Çünkü onların iradesi hâlâ dünyayı yönlendiriyordu.

Kıdemlilerin mirasıyla savaşmak için her ırktan seçilmiş savaşçılar ve büyücüler bir araya geldi.

Bu oluşuma "Luxaris" — yani Kutsal Düzenin Işığı — adı verildi.

Resmen Valerith'e hizmet ediyorlardı; gayriresmî olarak ise tüm Kıdemli inancının kökünü kazımakla görevliydiler.

Luxaris, Kıdemlilerin tarafını tutmuş, onlara inanan veya gizlice dualar eden herkesi avlıyordu.

Onlar, imparatorluğun en acımasız ve en fanatik muhafızlarıydı.

Karanlık bir avlu.

Gece lambalarının sarı ışığı, duvarlardaki kan lekelerini soğuk bir parlaklıkla gösteriyordu.

Luxaris muhafızlarının beyaz pelerinleri, rütbelerine göre işlenmiş altın rünlerle süslüydü; bir cenaze alayı gibi sessizce ilerliyorlardı.

Az önce bir köyde, gizlice Kıdemlilere inananları temizlemişlerdi — evlerin kapıları kırılmış, dualar yarıda kalmış, ateşlerin dumanı hâlâ havada asılıydı.

Bir avuç hayatta kalan insan, pelerinli muhafızların arasında yere atılmıştı; gözleri dehşetle büyümüş, dudakları titriyordu.

Bir çift genç el havaya kalktı:

"Affedin… artık inanmayacağız…" diye yalvardı.

Ancak Luxaris'in askerleri merhameti bilmezdi.

Soğuk, prosedürel bir kesinlikle işlerini bitirdiler; inançlarıyla birlikte isimlerini de dünyadan siliyorlardı.

İş bittiğinde, gölgelerin içinden rütbeli bir ajan öne çıktı — genç sayılmazdı ama yaşlı da değildi; yüzünde hem yorgunluğun hem de zaferin izleri vardı.

Pelerininin içinden mühürlü bir harita çıkardı; Valerium'un doğusuna işaretlenmiş küçük kırmızı noktalar parlıyordu.

"Efendi Rrnaun," dedi saygıyla diz çökerek. Sesi sertti:

"Doğuda iki şüpheli tespit edildi. İstihbarata göre, bunların geçmişte Kıdemliler'le bağı olan kişiler olduğu bildiriliyor. İkisi de aynı yerde kalıyor. İki kızları ve iki oğulları var; büyük oğlan, Luxaris Tarikatı'nın seçmelerine katılmak için başkentte. Talimatlarınızı bekliyoruz."

Sözleri biter bitmez, avlunun gölgesinden uzun, ince bir siluet doğruldu.

İnsandı, ama insanlıktan uzak bir varlık gibiydi.

Adı Rrnaun'du — Luxaris'in başı, Valerith'e en yakın ve en ölümcül nüfuz sahiplerinden biri.

Rrnaun'un görünüşünü ilk kez görenler hep yanılmıştı:

Yüzü ince, kemikli; cildi solgundu, sanki uzun zamandır güneş görmemiş bir mum gibi.

En çok dikkat çeken ise gözleriydi — normal bir insan gözünden çok, kömür gibi karanlığın içinde yanan iki ateş tanesi gibiydiler.

Bakışları delip geçen, karşısındakinin ruhunu soyup ne kaldığını görüyormuş gibi bir his veriyordu.

Ağzının kenarında ince bir yara izi vardı; konuşurken dudakları neredeyse kımıldamaz, ama sesi odanın duvarlarını titretecek kadar soğuk ve emrediciydi.

Rrnaun, ajanın getirdiği haritaya bakmadı bile.

Gözleri ajanın yüzüne saplanmıştı; sanki sakladığı sırları çekip almak ister gibiydi.

Sonra, kendi içinden çıkan bir düşünceyi tok bir komut gibi dışarı fırlattı:

"Doğu, ha..." dedi.

Valerith'in ışığı için temizlenmesi gereken her leke bize ait.

"Bu iki kişi… tehlike potansiyeline sahip mi?"

Ajan biraz titredi — Rrnaun'un varlığı insanları hep böyle etkilerdi — ama yine de cevap verdi:

"Evet, Üstat. Geçmiş bağlantıları, saklanma biçimleri ve tanık ifadeleri, bunların Kıdemliler'le doğrudan ilişkisi olduğunu gösteriyor. Eskiden Kıdemlilere bizzat hizmet etmiş olduklarını düşünüyoruz. Normal insanlar değiller; yüz elli yıl geçmesine rağmen görünüşleri hâlâ insan gibi. Yerel destekçiler tarafından korunuyorlar."

Rrnaun'un dudakları kıvrıldı; bu, gülümsemenin insanî bir taklidi gibiydi ama içinde merhamet yoktu.

"Güzel," dedi.

"Bana onlar hakkındaki her türlü bilgiyi teslim edin. Belki de kaybolan Kıdemliler hakkında bir şeyler biliyorlardır. Her sorgu, Valerith'in emri altında yapılacak."

Avluda bir sessizlik çöktü; rüzgâr bile sanki o an duraklamıştı.

Rrnaun'un gözleri tek bir noktaya kitlenmişti ve herkes onun kararının değiştirilemez olduğunu biliyordu.

"Doğu'ya gidiyoruz," dedi Rrnaun nihayet, sesi bir kılıç darbesi kadar net.

"Valerium İmparatorluğu'nun doğu sınırları. Orada geçmişe dair izler taşıyanlar varmış. Onları bulacağız. Onları temizleyeceğiz. Tek efendimiz — Işığın Anası Valerith — için tüm sapkınları ortadan kaldıracağız."

Komutun ardından Luxaris askerleri harekete geçti.

Zırhlarının metalik çınlaması, avlunun taş zemini üzerinde ritmik bir yankı gibi duyuldu.

Birlik oluştu; karanlık pelerinler mum ışığında parlıyordu.

Hepsinin gözlerinde aynı kararlılık vardı: emir, itaat; görev, yok etme.

Auren'in, Valerium'un doğusundaki bir köyde büyüdüğü haberini kimse bilmiyordu.

Auren'in abisinin bugün antrenman sahasında gösterdiği yeni manevraları, uzaklarda bir arayışın kıvılcımı olacaktı belki.

Ancak bu gecenin sessizliğinde Luxaris'in gölgesi doğuya doğru uzanıyordu —

ve uzanırken bir iz, bir fısıltı ya da eski bir dua yakalayacak kadar şanslı olan herhangi bir kalp için, bu yalnızca ölüm demekti.

More Chapters