Cherreads

Chapter 5 - Bölüm 4: Geçmişe Dair İzler

Kaelrin her zamanki gibi erken uyanmıştı. Geniş omuzları ve kaslı kollarıyla kılıcını bir kez daha savurduğunda, demirin havayı yırtan sesi bütün bahçede yankılandı.

Güneş ışığı, onun kestane rengi saçlarına vuruyor; terle parlayan buğday teninde altın gibi bir parıltı bırakıyordu.

Kaelrin'in keskin yüz hatları, kararlılıkla sımsıkı kapanmış çenesi ve gözlerindeki odaklanmış ifade, onun neden herkesin örnek aldığı bir savaşçı olduğunu gösteriyordu.

Biraz uzakta, taş bir duvarın üstüne oturmuş iki kardeş onu izliyordu: Auren ve Lysera.

Auren'in gözleri büyülenmiş gibiydi.

Gümüş gri saçları sabah ışığında neredeyse beyaz parlıyor; yeşil gözleri, abisine her baktığında hayranlıkla parıldıyordu.

Kaelrin'in her hareketini, kılıcın dönüşünü, adımlarının arasındaki ritmi dikkatle takip ediyor; bazen kendi elleriyle havada görünmez bir kılıç savuruyormuş gibi yapıyordu.

Lysera gülerek başını iki yana salladı.

O, Kaelrin ve Auren'in arasında görünüş olarak en dengeli olanlarıydı — omuzlarına dökülen açık bakır rengi saçları sabah rüzgârında hafifçe dalgalanıyor, ela gözlerinde hem bilgelik hem de kardeşlerine duyduğu derin sevgi okunuyordu.

İnce yüz hatları ve zarif duruşuyla, savaşçı bir ailenin içinde sükûneti temsil ediyordu.

"Eğer bakmaya devam edersen," dedi Lysera yumuşak bir sesle, "kılıç seni de büyüleyecek."

Auren gözlerini ayırmadan karşılık verdi:

"Keşke onun gibi olabilsem… Kaelrin hiçbir zaman yorulmuyor. Kılıcı sanki onunla konuşuyor."

Lysera gülümsedi.

"O, babamızın en çok çalıştığı yaşta. Senin de zamanın gelecek."

Sonra kardeşinin saçlarını karıştırıp ekledi:

"Ama önce, o kadar ciddi bakmayı bırak. Yoksa yüzün o şekilde kalacak."

Auren bir kahkaha attı, ardından Kaelrin'in dikkatini çekmek için el salladı.

Kaelrin bir anlığına durdu, onlara baktı ve gülümseyerek kılıcını kaldırdı.

"İkiniz de hâlâ burada mısınız? Lysera, onu da çalıştır biraz! Yoksa hep izleyici kalacak."

Lysera ellerini beline koydu.

"Ben mi? O, çalışmaktan çok hayal kurmayı seviyor."

Auren dudaklarını büzüp karşılık verdi:

"Belki bir gün seni bile yenerim, abla!"

Üçü de güldü.

O an, zaman sanki durdu — savaşın, lanetin ve ihanetin henüz dokunmadığı bir huzur anıydı.

Sabahın ışığı yavaş yavaş yükselirken, antrenman sahasında yankılanan kılıç sesi birden kesildi.

Kaelrin, kılıcını dizine dayayıp derin bir nefes aldı.

Auren ve Lysera da aynı anda başlarını çevirdiler — çünkü uzaktan gelen zırhların ritmik sesi, sessiz sabah havasını doldurmaya başlamıştı.

Taş yoldan, gümüş işlemeli beyaz zırhlar içinde bir grup asker yaklaşıyordu.

Zırhların üzerindeki güneş amblemi, Luxaris Muhafızları'nın nişanesiydi — disiplinin ve inancın simgesi.

Askerlerin ortasında yürüyen figür, onlardan bile daha dikkat çekiciydi.

Komutan Darven Solmar.

Luxaris Muhafızları'nın başı, Valerium İmparatorluğu'nun en genç komutanlarından biri. Luxaris'in başkomutanı Rrnaun'un sağ koluydu.

Darven uzun boyluydu; siyahımsı gümüş saçları ensesinde toplanmış, soğuk siyah gözleri ölçülü bir güç ve alışılmadık bir bilgelik taşıyordu.

Yüzündeki birkaç eski yara izi, yılların tecrübesini sessizce anlatıyordu.

Ama onu asıl farklı kılan şey, etrafına yaydığı dizginlenmiş güç aurasıydı — hava neredeyse görünmez biçimde titreşiyor, askerler bile birkaç adım gerisinde yürümeye özen gösteriyordu.

Askerler durduğunda, Darven'in adımları yankılandı.

Gülümseyerek kaskını çıkardı ve kardeşlere doğru yürüdü.

"Kaelrin," dedi, sesi tok ama dostçaydı. "Seni her gördüğümde, babanın gençliğini hatırlıyorum."

Gözleri kısa bir an Lysera'ya ve Auren'e kaydı.

"Ve siz… büyümüşsünüz. Zaman gerçekten hızlı geçiyor."

Lysera saygılı bir şekilde eğildi.

"Komutan Darven, sizi burada görmek onur verici."

Darven başını salladı.

"Onur bana ait, Lysera. Oldukça zarif bir hanımefendi olmuşsun. Auren… seni de tanıyamadım neredeyse. Gümüş saçların babandan çok, anneni hatırlatıyor."

Auren şaşkın ama mutlu bir ifadeyle gülümsedi.

"Annemin saçları da böyleymiş, değil mi?"

"Evet," dedi Darven. "Ve gözlerindeki o ışık… tam babanınki gibi. İnatçı ama saf."

Kardeşlerin gözlerinde hem saygı hem hayranlık okunuyordu.

Kaelrin, kılıcını kınına yerleştirip yaklaştı.

"Babam nasıl?" diye sordu. "Onu uzun süredir göremedim. Mektupları gecikiyor."

Darven bir an sessiz kaldı; gözlerindeki dostça ifade derinleşti.

"İyi," dedi sonunda. "Ama seni merak ediyor. Çünkü zamanı geldi, Kaelrin."

Kaelrin kaşlarını hafifçe çattı.

"Zamanı mı geldi?"

Darven gülümsedi.

"Luxaris Muhafızları seni seçti. Valerium'un başkentine gideceksin — imparatorluğun kalbine.

Orada, gerçek savaşçılarla omuz omuza duracaksın. Eğer seçimlerde iyi iş çıkarır, seçilmeye layık görülürsen resmi olarak Luxaris muhafızlarına katılacaksın."

Bir sessizlik oldu.

Rüzgâr Kaelrin'in saçlarını hafifçe savurdu.

Auren'in gözleri büyüdü; kalbi hem gurur hem hüzünle doldu.

Lysera, kardeşinin omzuna dokundu — yüzünde hem sevinç hem endişe vardı.

Kaelrin başını eğdi, sonra Darven'in gözlerine baktı.

"Onların arasında olmaya hazırım," dedi kararlılıkla.

Darven bir adım öne çıkıp Kaelrin'in omzuna elini koydu.

"Baban da böyle söylemişti, ilk görevine giderken.

Güç sadece kılıçta değil, kalbinde de olmalı, Kaelrin. Unutma."

Ardından geri çekilip askerlerine döndü.

"Üç gün içinde yola çıkıyoruz. Hazırlıklarını tamamla."

Komutan ve muhafızları uzaklaşırken, sabahın ışığı bir kez daha antrenman sahasına düştü.

Ama bu kez hava farklıydı — bir veda kokusu taşıyordu.

Auren, abisini izlerken sessizce fısıldadı:

"Bir gün… ben de oraya gideceğim."

Lysera, kardeşinin elini tuttu.

"Ve orada seni bekleyen kader, bu kasabadan çok daha büyük olacak, küçük kardeşim."

Komutan Darven ve muhafızları kasabanın dışına çıktığında, üç kardeş birbirine baktı.

Bir an sessizlik oldu — sonra Lysera'nın kahkahası bu sessizliği bozdu.

"Kaelrin! Luxaris Muhafızları'na… inanabiliyor musun?"

Auren coşkuyla abisinin koluna sarıldı. "Sen orada olacaksın! Gerçek savaşçılarla birlikte!"

Kaelrin gülümsemeye çalışsa da yüzünde hem gurur hem şaşkınlık vardı.

"Henüz inanamıyorum… ama evet, bu gerçek."

Üçü birlikte yokuş aşağı inen taş yoldan Thalos'un demirci dükkânına yöneldiler.

Kapı aralık bırakılmıştı; içeriden çekiç sesleri yankılanıyordu.

Thalos başını kaldırıp onları görünce hafifçe gülümsedi.

"Sesiniz kasabanın öbür ucundan duyuluyor. Ne oldu böyle?"

Lysera dayanamadı, haberi hemen verdi:

"Kaelrin Luxaris Muhafızları'na çağrıldı!"

Thalos'un elindeki çekiç havada asılı kaldı, sonra masaya bıraktı.

Yüzünde yorgun ama gururlu bir tebessüm belirdi.

"Demek sonunda… Evet, seni seçmeleri şaşırtıcı değil, Kaelrin."

Auren gülümsedi.

"Biliyor muydun, Thalos?"

"Bazen demir, parlamadan önce bile içindeki ışığı belli eder," dedi Thalos gizemli bir ifadeyle.

Birlikte dükkândan ayrılıp evlerine doğru yürüdüler.

Pencerelerden gün batımının turuncu ışığı süzülüyor, taş sokaklar sıcak bir parıltı içindeydi.

Eve vardıklarında içeriden mis gibi yemek kokusu geliyordu.

Sira, ocağın başında duruyor, büyük tencerede kaynayan çorbayı karıştırıyordu.

Kardeşleri görünce yüzü aydınlandı.

"Bu kadar gürültüyle gelen kim olabilir ki…?" dedi, sonra gülümseyerek ekledi.

"Bana anlatmadan geçmeyeceksiniz her hâlde."

Lysera hemen atıldı:

"Kaelrin başkente gidecek! Luxaris Muhafızları'na katılacak!"

Sira, elindeki kaşığı yavaşça bıraktı.

Bir an durdu — sonra gülümseyip Kaelrin'in yanına geldi, ellerini onun omzuna koydu.

"Baban gurur duyardı," dedi yumuşak bir sesle.

Sonra Auren'e döndü:

"Ve sen, küçük ışık… bir gün onun izinden yürüyeceksin."

Auren başını salladı; gözleri parlıyordu.

Evin içinde neşe, yemek kokusu ve sıcaklık birbirine karıştı.

O gece, hiçbirinin farkında olmadığı bir huzur, son kez evin duvarlarını dolduruyordu.

Üç gün çabucak geçti.

Kasabanın sabahı sessizdi; ince bir sis vadinin üzerinden ağır ağır yükseliyordu.

Atların ayak sesleri taş yolda yankılanırken, Kaelrin zırhını kuşanmış, eyerini düzeltmekle meşguldü.

Üzerinde Luxaris arması işlenmiş mavi bir pelerin vardı — sabah rüzgârında dalgalanıyordu.

Auren, Kaelrin'in eşyalarını taşımaya yardım ederken elleri titriyordu.

"Oraya vardığında hemen yaz, tamam mı?" dedi; sesi biraz kısılmıştı.

Kaelrin eğilip kardeşinin omzuna dokundu.

"Söz veriyorum, küçük ışık."

Lysera gülümsemeye çalıştı.

"Kendine dikkat et, tamam mı? Luxaris'te herkes senin kadar kibar olmayabilir."

Kaelrin başını eğip ablasının alnına kısa bir öpücük kondurdu.

"Senin gibi bir abla varken, başka kim bana cesaret verebilir ki?"

Biraz ötede, Thalos ve Sira onları izliyordu.

Thalos'un elleri hâlâ demir tozuyla kaplıydı, ama gözleri yumuşaktı.

"Zamanı geldi, çocuk," dedi. "Dünyayı görmek isteyen herkes bir gün yola çıkmak zorundadır."

Kaelrin başını eğerek saygıyla selam verdi.

"Her şey için teşekkür ederim, Usta Thalos."

Sira yanına geldi, zırhın yakasını düzeltti.

"Ve şunu unutma," dedi nazikçe, "Luxaris'in soğuğu bile kalbini dondurmasın."

Kaelrin, üçüne son kez baktı; gözlerinde kararlılıkla birlikte bir damla hüzün vardı.

Sonra atına bindi, yolun sonundaki tepeye kadar sürdü ve ardına dönüp el salladı.

Auren ve Lysera karşılık verirken, sabah sisinin içinde Kaelrin'in silueti yavaşça kayboldu.

Auren bir süre o tepeye baktı; dudaklarını ısırıyordu.

Yanında duran Sira onun elini tuttu.

"Onun yolu uzun olacak, Auren. Ama senin yolun da bir gün başlayacak."

Thalos sessizce başını salladı.

"Bu aile… hep güçlüydü," dedi derin bir sesle. "Annen gittiğinde, en küçük sendin.

Baban liman garnizonundaki görevi yüzünden sürekli dışarıdaydı; evde sessizlik hüküm sürüyordu.

Sira olmasa… kim bilir bu ev nasıl ayakta kalırdı."

Sira gülümsedi, gözleri dolmuştu.

"Onların annesi gibiydim belki… ama bazen, bu ev bana da aitmiş gibi hissettirirdi.

Ve tek benim emeklerimle imkânsız olurdu, kendine haksızlık etme Thalos."

Auren, Sira'nın elini biraz daha sıktı.

Lysera ise sessizce kardeşine sarıldı.

Auren, Kaelrin'in atının uzaklaştığı tepeyi izlerken derin bir nefes aldı.

Gözleri sisin içine dalıyor, yüreği hem gurur hem de özlemle çarpıyordu.

Kaelrin… Onun gücünü, kararlılığını her zaman hayranlıkla izlemişti. Babasının gençliğinde olduğu gibi, o da sanki kılıcıyla konuşuyor, her darbede bir hikâye anlatıyordu.

Lysera… Ablası sadece kardeşi değil, onun sessiz rehberi, yol göstericisiydi. Ona her zaman sabırlı davranır, Auren'in cesaretini ve yeteneğini kendi yumuşak gücüyle beslerdi. Lysera'nın varlığı, evin sıcaklığını ve dengeyi temsil ediyordu.

Ve… hep odasında kalan ikinci abla… Auren onu çok nadir görmüştü, ama varlığı hep hissediliyordu. Sessizliği, odasının arkasındaki gölgesi, Auren'in yüreğine hem merak hem de korunma duygusu katıyordu. O da bir parçasıydı bu evin, ama kendi küçük dünyasında yaşıyordu. Hiçbir zaman dışarı çıkmaz, yatağından bile kalkmazdı; onunla hep ya Lysera ya da Sira ilgilenirdi.

Babası… Luxaris muhafızlarının kontrolündeki bir liman garnizonunda sürekli görevdeydi; evde çoğu zaman sessizlik hüküm sürüyordu.

Annesi… Onun varlığını sadece eski hatıralardan ve anlatılan hikâyelerden bilse de, Auren'in kalbinde her zaman sıcak bir eksiklik olarak duruyordu.

Ama evin gerçek kahramanları, yanlarındaki iki ışık vardı: Thalos ve Sira.

Thalos… Sessiz, güçlü ve sevgisini nadiren belli eden bir ustaydı. Kaelrin'in sabah antrenmanlarında aldığı disiplinin ve mükemmeliyetin ardındaki isim oydu. Her darbede, her çekiç vuruşunda Kaelrin'i eğiten ve sınırlarını zorlamayı öğreten kişi oydu. Auren ona her zaman hayranlıkla bakardı; sadece Kaelrin'in değil, kendi gözünde de Thalos'un gücü ve bilgeliği büyüleyiciydi. Ama Thalos, Auren'e karşı nazik ve anlayışlıydı; sert görünüşünün ardında bir şefkat saklıydı ve Auren bunu hep hissederdi.

Sira ise bir anne gibi, bir ışık gibi yanlarında olmuştu. Yemekleriyle, sözleriyle, küçük dokunuşlarıyla evin kalbini ısıtan, eksik kalan sevgiyi tamamlayan bir varlıktı. Kaelrin'in yokluğunda gözyaşlarını silen, Lysera'ya cesaret veren, Auren'e inanç aşılayan bir rehberdi. Sira, sadece evin sıcaklığını değil, üç kardeşin ruhlarını da besleyen bir ışık gibiydi. Auren ona hep annesi gibi yaklaşmış, güvenmiş ve sevgisini kalbine işlemişti.

Auren başını hafifçe salladı, gözleri dolu doluydu.

"Onlar olmasa, biz ne yapardık?" diye düşündü.

Ve anladı ki, Thalos ve Sira sadece koruyucu değil, aynı zamanda aile bağlarını ayakta tutan, kalpleri güçlendiren gerçek kahramanlardı. Anne ve babası yanlarında olmamasına rağmen, Auren onları anne ve baba olarak görüyordu; kasaba halkı Thalos ve Sira'nın kardeş olduklarını bilmiyordu ve onları o evin ebeveynleri olarak kabul etmişlerdi bile.

Kaelrin gideli çoktan bir hafta olmuştu bile . Akşam yemeği sofrasında hafif bir sessizlik hâkimdi. Masada duran sıcak çorba kaselerinden buharlar yükseliyor, odanın köşelerinde mum ışıkları titrek bir parıltı bırakıyordu. Lysera, çorbasını sessizce karıştırırken gözleri zaman zaman pencereden sokaktaki akşam ışığına kayıyordu. Sira tatlı bir gülümsemeyle onları izliyor, Thalos ise sessizce tabaklarını temizlerken göz ucuyla Auren'i takip ediyordu.

"Kaelrin başkente gitti… hâlâ inanamıyorum," dedi Lysera sessizce, sesi hem meraklı hem de hafif endişe doluydu. "Orada… nasıl gidiyordur acaba?"

Auren tabağındaki çorbayı karıştırdı, kaşı hafifçe kalktı ve dudağını büktü. Çocukça bir tonda mırıldandı:

"Umarım… çok korkmaz… ve yeni arkadaşlar edinir… Peki… ama buraya geri gelir değil mi?"

Sira, Auren'in saçlarını okşayarak hafifçe gülümsedi.

"Elbette, küçük ışık. Kaelrin nereye giderse gitsin, kalbimiz hep burada olacak."

Thalos sessizliğini korudu; derin bir nefes aldı ve göz ucuyla Auren'in merak dolu bakışlarını izledi. "O güçlü bir savaşçı… ama evimizde kalacak olanlar senin gibi bir ışıkla korunuyor," diye kendi kendine mırıldandı.

Tam o sırada kapı ansızın çaldı. Tek bir vurma sesi tüm evin havasını değiştirdi. Auren bir adım geriye çekildi, hafifçe ürperdi:

"Kim o olabilir ki…?"

Lysera hemen yanına yaklaştı, gözleri merak doluydu. Kapıya yöneldi ve kapının aralığından karşısındakini gördüğünde gözleri açıldı. Kıyafetleri, gümüş işlemeli beyaz zırh ve pelerin, Luxaris Muhafızları'na ait bir işaretti — Lysera bunu hemen fark etmişti.

"Luxaris… ama neden bizim kapımızda?" diye fısıldadı kendi kendine, merak ve dikkatle karışık bir ses tonuyla.

Auren de biraz geriye çekilmiş, merakla kapıya bakıyordu. Sira ve Thalos anında tetikteydi; Thalos, ellerini tabaktan kaldırmadan ama dikkat kesilmiş bir şekilde kapıya bakıyordu.

Kapıyı açtığında, karşısında duran kişi, tanıdık ama korkutucu bir yüzdü: Rrnaun.

Yüzü ince ve kemikliydi; cildi solgundu, sanki uzun zamandır güneş görmemiş bir mum gibi. En çok dikkat çeken gözleriydi — kömür gibi karanlığın içinde yanan iki ateş tanesi gibiydiler. Bakışları delip geçen, karşısındakinin ruhunu okurmuş gibi bir his veriyordu. Ağzının kenarında ince bir yara izi vardı; konuşurken dudakları neredeyse kımıldamazdı, ama sesi odanın duvarlarını titretecek kadar soğuk ve emrediciydi.

Rrnaun, Lysera'ya bakarak yavaşça konuştu:

"Ah… anne ve baban evde mi? Onlarla konuşacak bazı şeylerim var."

Sira ve Thalos hemen birbirlerine baktılar; yüzlerinde ciddi bir gerginlik belirdi.

Lysera adım öne çıktı, meraklı ama dikkatli bir tonla sordu:

"Rrnaun… siz… Luxaris Muhafızı mısınız? Ama neden… bizim evimizde?"

Rrnaun'un gözleri hafifçe parladı, ince ve ürkütücü bir gülümseme belirdi.

"Meraklısınız… hoş bir özellik. Evet, bir Luxaris Muhafızıyım." dedi Rrnaun'un yüzünde bir gülümseme vardı..

More Chapters