Kovadan bir bardak su doldurup içtim. Soğuktu ama tadı metal gibiydi. Çeşme suyu hep böyleydi bu mahallede. Babam "içme o suyu hasta olursun" derdi. Annem de babama hak verirdi. Şimdi ikisi de yoktu, ben de içiyordum işte.
Banyoya girdim. Yüzümü yıkarken lavabonun altından su damlama sesi geliyordu. Eğilip baktım, borudan su sızıyordu. "Off şimdi hiç ilgilenemeyeceğim, sonra bakarım." diye geçirdim içimden. Babamın her söylediği laftı bu. Sonra. Hep sonra.
Mutfak penceresinden sokağı seyrederken bir sigara yaktım. Pakette son iki sigara kalmıştı. Telefonumu elime aldım. Banka uygulamasını açtım. Hesapta 1.247 TL yazıyordu. Kredi kartı borcum ise 5.800 lirayı geçmişti. Bakar bakmaz telefonu geri kapattım.
Tam o sırada, yukarıdan gelen o sesleri tekrar duydum.
Tık... tık... tık...
"Kimse yok orada," diye mırıldandım kendi kendime.
Ayağımdaki yırtık terliklerle koridora çıktım. Tavan arasına çıkan merdivenler karanlık bir köşede saklıydı. Babam küçükken "Oraya çıkma, düşersin." derdi. Şimdi yetişkin bir adamdım ama yine de içim ürperdi.
Merdivenlerin önünde durdum. Tahta basamaklar eskimiş, en ufak bir harekette bile gıcırdıyordu. Kapıyı ittim, gıcırdadı ama açılmadı. Kilitliydi.
"Tık... tık..."
Sesler bu sefer daha belirgindi. İçimden bir his kapıyı zorlamamı söylüyordu. Tam anahtarı aramaya başlamıştım ki telefonum çaldı.
Arayan numarayı tanımıyordum. Açtım.
"Alo?"
"Merhabalar, Bay Fischer ile mi görüşüyorum? Polis karakolundan arıyorum. Görüşmemiz lazım."
Telefonu kapattığımda, tavan arasındaki sesler kesilmişti. Koridorun penceresinden içeri vuran güneş, toz tanelerini aydınlatıyordu. O anda fark ettim, kapının önünde küçük bir çocuk ayak izi vardı.