Şafak vaktinde uyandım. Koltuğun üstünde kıvrılmışım, boynum tutulmuştu. Masanın üzerindeki yanmış kağıda baktım, hâlâ oradaydı. Rüya değildi yani.
Bayat ekmekleri kemirmek için mutfağa gittim. Tam ağzıma ekmeği sokuşturacakken gözüm tavan arası kapısına takıldı. Kapalıydı. Dün geceyi düşününce tüylerim diken diken oluyordu.
Bahçeye çıktım. Çatıya bakarken komiserin verdiği fotoğraftaki çizimi hatırladım. Küçük bir pencere vardı orada. Ama babam hiç bahsetmemişti bundan.
Telefon çaldı. Annemdi.
"Travis, iyi misin? Sesin tuhaf."
"Uyuyamadım sadece."
"Yine o evde misin? Gel bize."
"Biraz daha işim var burada" diyerek geçiştirdim.
Çekmeceleri karıştırırken eski bir anahtar buldum. Tam kapıya yönelmiştim ki zil çaldı.
Apartman yöneticisi elinde faturalarla dikiliyordu.
"Aidatlar birikti Travis."
"Biliyorum, ödeyeceğim."
İçeri girmek ister gibiydi "Babanı gördüğün son günlerini hatırlıyor musun? Tuhaf şeyler söylüyorlar..."
"Ne gibi?"
"Neyse, boş ver."
Kapıyı kapattığımda içimde bir huzursuzluk belirdi. O adam bir şeyler biliyordu.
Akşam el feneriyle çatıya çıktım. Kapıyı açınca tozlu bir odayla karşılaştım. Eski eşyalar, sandıklar... Ve tam karşıda, duvarda o küçük pencere.
Yaklaştığımda camda yazı gördüm:
"Beni duyuyor musun?"
Arkamdan gelen gıcırtıyla döndüm. Kapı yavaşça kapanıyordu. Koştum ama yetişemedim. Kilitlenmişti.
Feneri çevirdiğimde duvarda bir not daha gördüm.
"Oyun başlıyor, Travis. Ancak bazı kurallar var."