Cherreads

Lara’nın Hayat Çizgisi

Hacercimm
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
243
Views
Synopsis
Lara, hayatının neresinde olduğunu sorgulamaya başladığında, geçmişiyle bugünü arasındaki çizgi silinmeye başlar. Bu hikâye, bir kadının kendini arayışının sessiz izlerini anlatıyor.
VIEW MORE

Chapter 1 - Biriken Sessizlik

İşi bıraktığım gün kasadaki fiş sesi kulağımı tırmalıyordu.

Müdür konuşuyordu ama kelimeler bana ulaşmıyordu. Ellerime baktım. Titriyordu.

O an ağlamadım. Bağırmadım.

Sadece içimden bir şeyin sessizce koptuğunu hissettim.

"Bu kadarına da razı olamam," dedim.

Sesim sandığımdan daha net çıktı.

Kapıyı kapatırken korkuyordum, evet. Ama daha çok, kendimi ilk kez yarı yolda bırakmamış olmanın verdiği tuhaf bir sakinlik vardı içimde. O gün, kimse için değil, ilk kez kendim için bir karar almıştım.

Ben hep duyguları büyük bir çocuktum.

Altı yaşındayken dünya ya çok güzeldi ya da dayanılmaz. Ortası yoktu. İstediğim bir şey olmadığında ağlardım; sanki herkes durup beni duymalıymış gibi hissederdim. Hayat o yaşta bile benim için ciddiydi.

Babamın arkasından yürümeyi severdim. Konuşmazdı çoğu zaman ama varlığı yeterdi. Dünyayı onun omzunun hizasından izlerken güvende hissederdim. Annem ise sessizdi. Dokunmadan da sarılabilen bir sevgisi vardı. Düştüğümde hep bir yerlerde "buradayım" hissi olurdu.

Büyüdükçe ağlamayı azalttım.

Ama içimdeki yoğunluk hiç kaybolmadı.

İlkokulda sustum. Ortaokulda içime kapandım. Çünkü bazı çocuklar yüksek sesle gülerken, bazıları sessiz kalmayı öğrenmek zorundaydı. Lise yıllarında artık ağlamıyordum. Onun yerine her şeyi içime atıyordum. Güçlü görünmenin bir zırh olduğuna inanmıştım.

İnsanlar bana "uslu" derdi.

Kimse içimdeki karmaşayı görmezdi.

Üniversiteyi kazanamadığım gün, ilk kez gerçekten eksik hissettim kendimi. Herkes bir yerlere giderken, ben yerimde kalmıştım. Kimseye belli etmedim ama içime büyük bir sessizlik çöktü.

Sonra market başladı.

Fiş sesleri, raf araları, yabancı yüzler…

Kasadaydım. Gülümseyen, para üstü veren, "iyi günler" diyen biriydim. Kimse çocukken doktor olmak isteyen o kızı tanımıyordu. Ben de anlatmıyordum zaten.

Marketin yanındaki müzik okulunda çalışan birini fark ettim sonra. Ayaz. Elinde notalar, omzunda çanta… Acele etmeyen bir yürüyüşü vardı. Ona baktığımda kendi hayatım daha sessiz gelirdi bana. Aşık mıydım bilmiyorum. Belki sadece birine tutunmak istemiştim.

Kasadayken gözlerim kapıya kayardı.

İçeri girdiğinde kalbim hızlanırdı.

Para üstünü verirken ellerim titrerdi ama kimseye belli etmemeye çalışırdım.

Ayaz bana hiç özel davranmadı.

Ama kötü de davranmadı.

Ve bazen insan, bu iki hâlin arasındaki boşlukta kendi hikâyesini yazar.

Ben de yazdım.

Ayaz'ın bir kız arkadaşı olduğunu öğrendiğimde, marketin arka tarafındaydım. Zeynep ve Asiye söyledi. O an içimden bir şey koptu ama kasaya geri döndüğümde gülümsedim. Çünkü canım en çok yandığında bile belli etmemeyi öğrenmiştim.

Ayaz'ın yaptığı şey masumluk değildi.

Belirsizlik hiç değildi.

Birinin duygularını hiçe saymaktı.

O gün sıradan başlamıştı. Ama bazı günler, insanın içinde biriken her şey küçük bir kıvılcımla taşar. Müdürle tartışma da öyleydi. Aylarca biriken sözler, görmezden gelinmeler… İlk kez geri adım atmadım. İlk kez "hayır" dedim.

Ve çıktım.

O günden sonra dershaneye yazıldım. Sabahları erken kalktım. Aynı yollardan bu kez farklı bir amaçla yürüdüm. Her gün kendime şunu söyledim: Bu benim yolum.

Ayaz aylar sonra aradı.

Ayrılmıştı. Pişmandı.

Eskiden olsa kalbim hızlanırdı. Bu kez olmadı. Çünkü bazı şeyler geç fark edilince telafi edilemezdi.

Ben değişmiştim.

Sınavı kazandığımda ağladım. Ama bu sefer sessizce değil. Ailem sevindi. Babam sustu. Annem baktı. O an yalnız olmadığımı hissettim.

Şimdi büyük bir şehre gidiyorum.

Yeni sokaklar, yeni yüzler…

Korkuyorum ama yürüyorum.

Çünkü artık şunu biliyorum:

Ben hep güçlü değildim.

Ama hep devam ettim.

Ve bu kez, yarı yolda bırakmadığım tek kişi kendimim.

Büyük şehre okumaya giderken, belki de beni sandığımdan çok daha büyük zorluklar bekliyordu.

Hayallerin bile bir bedeli vardı; bunu geç fark etmiştim. İçimde biriktirdiklerim sadece umut değildi. Korkular, eksikler, suskunluklar da vardı.

Kafamda her şey çok kolay görünüyordu.

Planlar netti, hedefler ulaşılabilir gibiydi.

Ama hayat, sen plan yaparken başına gelenlerdi. Bunu yaşayarak öğreniyordum.

Belki inadım yüzünden zorlanacaktım.

Belki dik başlılığım beni yanlış yollara sürükleyecekti.

Ayaklarımın altındaki zemin, sandığım kadar sağlam olmayacaktı.

Belki sular, dizlerime kadar değil; karanlığın tam ortasına kadar yükselecekti.

Ama yine de yürümek istiyordum.

Çünkü geri dönmek, artık benim için bir seçenek değildi.

Şehre geldiğimde beni bir arkadaşımın vesilesiyle Aycan karşıladı.

Yabancılığımı hissettirmedi. Valizlerimi taşıdı, hiç yormadan bir taksiye bindirdi. O an, en azından ilk gün için yalnız olmadığımı düşündüm.

Aycan'ın ortak arkadaşlarının iki kuzeniyle aynı eve yerleştim.

Sevgi ve Hande.

Sevgi üniversiteyi yeni bitirmişti. Atanamadığı için bir kıyafet mağazasında tezgahtarlık yapıyordu. Yumuşak bir hali vardı; konuşurken insanın içini rahatlatanlardan. İlk anda iyi biri olduğunu hissettim.

Hande ise daha sertti. Mesafeli, az konuşan, gözleriyle tartan biriydi. Soğuk değildi ama kolay açılanlardan da değildi.

Aycan bizi tanıştırdıktan sonra evde kısa bir sessizlik oldu.

Ben etrafa bakarken, onlar beni süzdü.

Ama bu sessizlik uzun sürmedi.

İlk zamanlar ailemden bu kadar uzak kalmaya hiç alışık değildim.

Neredeyse her gece rüyalar görüyordum. Evimizi, annemin sesini, babamın sessizliğini… Uyanınca odam yabancı geliyordu. Özlem sandığımdan daha ağırdı.

Hem okumak hem çalışmak istemiştim.

Güçlü olduğumu sanıyordum. Yetebileceğimi…

Ama bu ikisini aynı anda taşımak düşündüğüm kadar kolay değildi. Yorgunluk sadece bedende kalmıyordu; insanın içine de çöküyordu.

İnsanlar da sandığım gibi değildi.

Ne kadar iyi niyetli olursan ol, ne kadar temiz düşünürsen düşün… Dünya sadece iyilerden oluşmuyordu. İyiler kadar kötüler de vardı. Ve bazıları, senin iyi olmanı bir zayıflık sanıyordu.

Ben bunu burada öğrendim.

Bu şehirde, hayatın gerçek yüzüyle tanıştım.

Gülümseyenlerin her zaman masum olmadığını, verilen sözlerin tutulmayabileceğini, yalnız kalmanın bazen kalabalıkların içinde mümkün olduğunu…

Ve en çok da şunu öğrendim:

İyi kalmak, güçlü olmaktan daha zordu.

Eskilerden duyardık ya…

Herkesin bir keşfedilme hikâyesi olurdu. Birinin bir gün seni fark etmesi, kalabalığın içinden çekip alması…

Belki ben de, birinin beni keşfedeceğini hayal ediyordum.

Komik, değil mi?

Belki saçma.

Kimine göre dalga geçilecek bir düşünce.

Ama insan bazen tutunacak bir ihtimal arıyor.

Kafede çalışmak bana ağır gelmiyordu. Yorucuydu ama katlanılabilirdi. Asıl zor olan, orada hissettiklerimdi. Kafenin sahipleri varlıklı insanlardı. Burası onlar için bir geçim kapısından çok, aile işletmesi gibi bir şeydi.

Sahibi Meral Hanım'dı.

Hiçbir şeyi beğenmezdi.

Sadece kendi yaptıklarını.

Ne yapsam bir kusur bulurdu. Bir bakışla, bir cümleyle… Sanki eksik olduğumu hatırlatmak onun göreviydi. İlk başta aldırmamaya çalıştım ama insan sürekli eleştirilince, en sağlam durduğu yerden bile çatlamaya başlıyordu.

Meral Hanım'ın Eda adında, özel durumu olan bir kızı vardı.

Beni çok sevmişti. Sürekli sarılırdı. Karşıdaki züccaciyeden bana kupa bardak alacağını söylerdi. Garip gelebilir ama o masumluk, kafenin içindeki en gerçek şeydi benim için.

Eda'nın sevgisi saf ve filtresizdi.

Kimseyi ölçmeden, tartmadan…

Ama ben duramadım.

Belki de kusurum buydu.

Kaprisliydim, evet.

Ve başkalarının kaprislerini taşıyacak kadar sabırlı değildim.

İyi niyetli olmaya çalışıyordum ama bu, her şeye katlanmam gerektiği anlamına gelmiyordu. Bunu henüz yeni öğreniyordum.