Cherreads

Chapter 11 - 11. Bölüm- Çürümenin İnancı

Rüzgar, Aethelburg'un yıkık surlarında eserken bile bir fısıltı kadar sessizdi. Bir zamanlar Naje halkının en gururlu şehri olan bu yer, artık "Sessizlik Şehri"ydi. Kuleler devrilmiş, evlerin çatıları çökmüş, ama hiçbirinde yangın veya savaş izi yoktu. Sanki şehir, asırlık bir uykunun ardından doğal bir çürüme süreciyle toza dönüşüyordu. Gri gökyüzü, bu harabenin üzerine çökmüş, her şeyi ölü bir palto gibi örtüyordu.

Kael, en yüksek yıkıntının üzerinde duruyordu. Genç bir adamın vücuduna sahipti, ama gözlerinde bin yıllık bir yorgunluk taşıyordu. Zırhı, ışığı yutan, mat bir gece mavisi gibiydi. Yüzü keskin ve kararlıydı, ancak ağzının kenarındaki ince çizgiler ve alnındaki kırışıklar, taşıdığı ağırlığın izlerini yansıtıyordu. Aşağıda, bir zamanlar hayat dolu olan caddelerde, gri pelerinli figürler, gölgeler gibi sessizce dolaşıyor, çürüme işini tamamlıyordu.

Onlar bunun yıkım olduğunu söylüyor, diye geçirdi içinden. Ama gördüğüm tek şey... nihayet susan bir gürültü. Işık ve Gölge'nin sonsuz, anlamsız çekişmesinin bitişi. Bu bir son değil. Bir huzur.

Aşağı indi. Ayakları, moloz yığınları üzerinde hiç ses çıkarmadan ilerliyordu. Şehrin merkezine, bir zamanlar çeşmenin bulunduğu, şimdi ise çatlamış taşlarla dolu geniş bir meydana geldi. Burada, bir grup Naje tutsak, gri pelerinliler tarafından gözaltında tutuluyordu. Yüzlerinde korku ve öfke vardı.

Ve onların arasında, Kael'in yüreğine bir hançer gibi saplanan bir yüz vardı: Usta Brom.

Yaşlı demirci, bir zamanlar Kael'e ilk kılıcını yapmayı, ilk dövüş derslerini vermişti. Şimdi, sakalları toz içinde, gözleri keder ve hayal kırıklığıyla Kael'e dikilmişti.

"Kael," diye gürledi yaşlı adamın sesi, meydandaki ölü sessizliği yırtarak. "Oğlum! Bu ihanet! Gözlerini aç! Atalarımızın, Işık Muhafızları'nın inancını unutma! Bu... bu şeytani bir iş!"

Kael, Brom'un önünde durdu. İçinde, çocukluğunun güvenli limanına dair bir sızı hissetti, ama onu hemen bir duvar gibi ördü. "Atalarımızın inancı bizi buraya getirdi, Usta," dedi, sesi alçak ama meydanın her köşesinde duyulacak kadar netti. "Bin yıllık bir döngüye, bitmek bilmeyen bir kavgaya mahkum etti. Hiç bitmeyen bir savaş, hiç dinmeyen bir acı. Void..." diye duraksadı, sanki kelimenin kutsallığını vurgulamak istercesine, "Void bir son getiriyor. Bir huzur."

"O bir hiçlik getiriyor!" diye haykırdı Brom, yüzü öfkeden kızarmıştı. "Ruhumuzu, anılarımızı, her şeyimizi alıyor!"

"Yanlış," diye cevapladı Kael, sesi şimdi daha da sakinleşmişti. Bu argümanı defalarca kendi kendine yapmıştı. "Sadece acıyı alıyor. Korkuyu, pişmanlığı, ihaneti... Işık ve Gölge'nin yarattığı tüm zehirleri temizliyor. Tertemiz, lekesiz bir başlangıç için yer açıyor."

Göz göze geldiler. Brom'un gözlerindeki öfke, yerini derin, yıkıcı bir acıya bıraktı. "Öyleyse beni de temizle," diye fısıldadı. Ve sonra, umutsuz bir çığlıkla, yaşlı bedenini Kael'e doğru fırlattı.

Zaman yavaşlamış gibiydi. Kael, Brom'un yavaş, hantal saldırısını görüyordu. Bir yüzleşmeden kaçınabilir, onu geri itebilirdi. Ama yapmadı. Bu, eski dünyaya, çocukluğuna, duyguların zincirlerine vurulacak son darbeydi. Soğuk, sarsılmaz bir kesinlikle kılıcını çekti. Çelik, havada hışırdadı.

Brom, Kael'in önünde yere yığıldı. Kael onu öldürmemişti - bıçağın tersiyle şakağına vurmuştu sadece -, ama bu darbe, aradaki her bağı paramparça etmişti. Yaşlı adamın bilinçsiz bedenine bakarken, içinde derin, kemikleri sızlatan bir boşluk hissetti. Bu acıyı hissetmek, onun inancını daha da güçlendirdi. İşte, diye düşündü. İşte kurtulmamız gereken şey. Bu ihanet acısı. Bu sevgi acısı. Hepsi yok olmalı.

"Götürün onları," diye emretti, sesi artık hiç titremiyordu. Sesindeki o son insani sıcaklık da gitmişti. "Yeniden doğuşları için hazırlayın."

Gri pelerinliler, tutsakları sessizce uzaklaştırırken, Kael şehrin en karanlık yerine, bir zamanların büyük mabedine doğru yürüdü. Kapısından içeri girdiğinde, hava değişti. Dışarıdaki çürüme sessizliğinin aksine, burada titreşen, canlı bir karanlık vardı.

Mabedin ortasında, fiziksel bir formu olmayan, havada asılı duran bir girdap vardı. Saf Void. Işık yaymıyor, tersine etrafındaki tüm ışığı ve sesi yutuyor gibiydi. Kael, onun önünde diz çöktü. İletişim kelimelerle değil, zihnin en derinlerinde yankılanan saf kavramlarla kuruluyordu.

Gördün mü? diye geldi fısıltı, bir düşünce gibi. Duygunun ıstırabı... güvenin ihaneti... hepsi Işık ve Gölge'nin oyunları. Onlar olmadan, bunlar da olmaz. Ben, onların ötesindeyim.

"Bana söz verdiğin gibi mi?" diye sordu Kael, zihninden. "Gerçek bir denge? Tüm bu acının sonu?"

Denge bir denge değildir, diye yankılandı cevap. Denge, hiçliktir. Var olan her şeyin yok olduğu, mükemmel, bozulmamış bir sükunet. Bir başlangıç değil, bir sondur. Ve bu, tüm olası sonların en merhametlisidir. Sen benim seçilmiş elçimsin, Kael. Diğerlerinin göremediklerini görüyorsun.

Sonra, zihninde bir görüntü belirdi. Suyun üzerinde yürüyen bir kadın. Sere. Ve onun yanında, kadim bir güçle parlayan bir varlık. Moaito. Özellikle Sere'nin o anda yüzündeki ifade – korkusuz, saf, kararlı – Kael'in içinde bir şeyi titreştirdi.

Onlar... diye geldi Void'in sesi, ilk kez bir tedirginlik tonuyla. Onlar döngüyü sürdürmek istiyorlar. Işık ve Gölge'nin eski, acı dolu oyununu. Bu 'denge' dedikleri şey, sonsuz bir işkenceden başka bir şey değil. Onlar, senin getirdiğin huzura en büyük tehdit. Onları durdurmalısın.

Görüntü kayboldu. Kael ayağa kalktı. Gözlerinde yeni, keskin bir amaç vardı. Brom'u durdurmanın verdiği o içsel boşluk, yerini katı bir göreve bırakmıştı. Artık sadece pasif bir şekilde şehirleri "arındıran" bir araç değildi. Aktif bir avcı, döngünün diğer temsilcilerini avlayacak bir miğferdi.

Sessizlik Şehrinden ayrılırken, arkasında bıraktığı yıkımın ağırlığını omuzlarında hissediyordu.

Ve Kael, karanlığın içinde ilerlerken, kurtarıcı olmanın bedelinin, cani olarak anılmak olduğunu biliyordu. Bu, dünyanın kurtuluşu için ödemeye razı olduğu bedeldi.

More Chapters