Cherreads

SON SÖZÜM

Rabia_Kaya_8225
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
182
Views
Table of contents
Latest Update1
1.2025-12-13 14:58
VIEW MORE

Chapter 1 - 1.

2002- Manisa Akhisar

Burada sabahları erken kalkılır, el birliğiyle tarladaki işler yapılırdı. Yaz ayında olduğumuz için kavurucu güneşin altında saatlerce var gücümüzle çalışıyorduk.

Geçim kaynağımız hayvancılıktan yana olduğu için dedem onlardan sağdığı sütleri pazarda satarak geçiniyorduk.

- Mehmet yavrum, nerelerdeydin? Saatlerdir sana sesleniyorum.

- Semra ile tarladaki işlere yardım etmeye gittim. Ne oldu anne?

- Süt sağdım bunu babaannene götür de bize yoğurt yapsın. En son bahçedeydi, oraya bak.

Uzattığı kovayı alıp yavaş adımlarla dikkatlice süt dolu kovayı iki elimle tutup götürmeye çalıştım.

Ara ara dengemi bozacak olduğunda durup tekrar kontrollü şekilde tutuyordum. Koridorda ilerlerken bahçeye bakındım. Burada kimsecikler yoktu.

Kağıt hışırtılarının sesi kulağıma geliyordu. Koridorun sonuna doğru ilerledikçe sesi daha net algılıyordum.

Salonun aralıklı duran kapısından içeriye baktığımda babaannem elindeki Kuran-ı Kerim kitabının sayfalarını çeviriyordu. Sessizce kapının eşiğinde onu izlerken elimdeki kovayı ahşap kahverengi renkteki tezgâha bıraktım. Beni fark etmiş olacakki elindeki kutsal kitabımıza bakmayı bıraktığında, göz göze geldik.

Eliyle yanına gelmem için işaret ettiğinde usulca yanına geçip yüksek minderin üzerinde bağdaş kurarak oturdum.

- Babaanne bir şey sormak istiyorum.

- Neyi merak ettin? Sor bakalım evladım.

- Bu yazılar çok karmaşık ve farklı. Nasıl okuyabiliyorsun?

- Biraz zor ama küçüklükten beri gittiğim kurslardan öğrendiğim bilgilerle aklımda kaldı. Zamanla sende öğrenirsin inşallah.

- Bana sen öğretirsin değil mi?

- Bende öğretirim, annen de öğretir tabii.

- Oluur. Sevinçler koltukta zıplarken düşerim korkusuyla durmam için beni uyarırcasına kolumdan tutuverdi. Minderde oturduğum yerden doğrulup ayağa kalktım. Asıl gelme amacımı söylemeyi neredeyse unutuyordum!

- Annem o marifetli yoğurdundan yapalım diye sana süt getirmemi istedi. Mutfakta masaya bıraktım.

Ağır aksak adımlarla bir eli belinde diğer eli bastonundan destek alırken arka arkaya yavaşça ilerledik. Tezgaha boyum yetmediğinden dolayı, divanın altında duran taburelerden birini çekip üzerine çıktım. Babaannem ocağın altını yakıp tencereyi ocağa koyduğunda kovadaki sütü birlikte tencereye boşalttık.

- Ben tavukların yemlerini vereceğim. Sen yavaş yavaş karıştırabilecek misin bunu? Taşarsa ocağın altını kıs ya da üfle köpükleri azalır.

Tek başıma kaldığımda, gösterdiği şekilde tenceredeki sütü karıştırmaya başladım. Hindilerden biri içeri girdiğinde tabureden inip onu yakalamaya çalışıyordum. Birkaç dakika uğraşın sonunda onu iki elimle tutup kümesine geri koydum.

Elimle kafama vurup, kendime kızıyordum.

- Hay allah ya! Mutfakta süt vardı! Babaannem çok kızacak!

Korkudan panik olmuş halde mutfağa koşarak gittim. Annem tencereden taşan sütü tezgahın üstünden siliyordu. Kaşları çatık halde bana doğru döndüğünde mahcup ve suçlu şekilde başımı öne eğdim.

- Ocağın altı açıkken nereye kayboldun sen? Babannen uyarmadı mı sen-?

- Ama anne Sümbül içeri kaçmıştı. Onu yakalayayım diye uğraştım.

- Hay Allah! Yemlerini verdikten sonra babaannen kapıyı tam kapatamadı demekki. Tamam oğlum, sen içeri geç. Ben hallettim zaten.

- Tamam anneciğim, özür dilerim yine de seni uğraştırdım.

Bahçeye adım attığımda, ıslak çimlerden gelen toprak kokusu içimi huzurla kaplıyordu. Dedem, köpeğimiz Kara Kız için, kırmızı renkteki ahşap tahtaları birleştirerek bir kulübe inşa etmişti. Siyah ve beyaz benekleri olduğundan dolayı, ona bu ismin yakışacağını düşündüm. Birlikte küçük topla oynardık, yorulduğu vakit pes ederek kulübesine geçerdi. Onla oynamak bana haz katardı ta ki ölene dek…

•Babannemin dün akşam yemekte yediğimiz tavukların kemiklerini poşetleyip dolaba koymuştu. Buzdolabının üst rafındaki donmuş poşeti elime alıp, bahçeye çıktım. Karakız kulübesinin yanında öylece usul usul yatıyor gibiydi. Geldiğimi fark etmediğini sanıyordum, lakin aslında olan bambaşkaydı. Bunu yüreğim hissediyordu. Kemikleri mama kabına boşaltırken, hiç hareket etmemesi beni iyice tedirgin hale düşürdü. Öğlen vakti, hiç bu kadar uzun soluklu halde uyumazdı. Bedenini dürttüğümde bir tepki vermedi.

- Babaanne! Dede! Karakız uyanmıyor ona bir şey oldu galiba! Avazım çıktığı kadar bağırıp onlara seslendim. İkiside bastonlarından destek alarak yavaşça bana yaklaşıp yanımda durdular.

- Noldu evladım?

- Yemek getirdim ama uyanmıyor.

İkisi birbirine ufak ufak bakışlar atarken ne diyecekler diye bekliyordum.

- Çok hastalandığı için, sonsuz bir uykuya dalmış evladım.

- Nasıl yani? O ölmüş mü? Ama o benim oyun arkadaşımdı, her şeyimdi.

Babaannemin bacağına sarılıp ağlamaya başladım. Her saniyem, sabahım, gecem onunla geçiyordu. Beni bırakması, kalbimin derinliklerine acı hissiyle beni çarpıyordu. Dedem Karakız'ı kucağına alıp, arka bahçemize doğru ilerlerken babaannem tam onların peşinden gideceğim esnada beni omuzlarımdan tutup durdurdu.

- Hanım, sen Mehmet'i odasına çıkar. Annesi şuan Kardelen Hanım'ların tarlasında o yüzden sen göz kulak ol ona.

- Tamam beyim.

İçindeki hüznü bana yansıtmak istemeyerek gülümserken birlikte içeri girdik.

- Hayrola neden üzgünsün? Sobanın ateşi sönmüş onu yakacağım bende bir güzel ısınırsın.

- Karakız öldü anneciğim. Gözyaşlarım akmaya devam ederken sehpada duran kuru peçeteyle yüzümü sildim.

- Aa ama o seni hâlâ izliyor olacak. Ağlarsan olmaz ki. Ağlama ki o da üzülmesin.

- Ama onu seviyorum anne.

- Seni anlıyorum kuşum, ama her zaman senin gölgen gibi yanında olacak. O da seni seviyordu.

Bizim burada yaz mevsimi bile sert rüzgârlı şekilde geçiyordu. Mısır, buğday tarlamız, salonun camından bakıldığında biraz uzak mesafede de olsa , dedemle orada yaptığımız korkuluklar sayesinde belirgin görünüyordu. Anneme doğru dönüp " mısır yiyelim mi anneciğim?" Diye iştahlı bir şekilde karnımı ovalayarak anneme baktım.

- Babanla kırdığım şu odunları yerleştireyim, getiririm haşlarız canım.

- Tamam sorun değil bekleyebilirim anne.

Okul çantamın içinde bulunan renkli boncuklarla dizili olan abaküsü çıkardım. Matematik öğretmeninin verdiği ödevleri yaparken yardımcı olmamı sağlıyordu. R harflerini eskiden söyleyemiyorum diye dalga geçiyordular, ama artık iyi bir durumdaydım.

Öğretmen, ders esnasında okuma yaparken benimle dalga geçen kişilere çok güzel bir dizide yaşanmış olayı örnek olarak anlatmıştı.

" Bir öğretmen Tourette Sendromu olan biri. Öğretmen olabilmek için bu tutkuyla yanıp tutuşan bir kadının, her şeye rağmen uğraşarak hayallerine ulaşma hikayesini anlatıyordu. Başta sevilmese de , sonrasında herkes tarafında kabul görülüp herkes onu olduğu gibi sevmeye başlıyordu." (hıçkırık film adı.)

Defterime ödevlerimi yazarken annem elindeki mısırların olduğu poşetle içeri girdi.

- Bir an işe dalıp unuttun sandım anne.

- Yok kuzum getirdim.

Yanımdan ayrılıp mutfakta gittiğinde önümdeki defterime geri döndüm.

- Baban akşam gelirken, kestane de getirecek, ama tabii bulabilirse.

- Yuppiiii! En sevdiğim!!!

Uzun bir bekleyiş ardından, kalemimi defterimin arasına bıraktım. Mutfaktaki ocağın altını söndürdüm.

Annemi bulmak için bahçeye çıktığımda , aklıma son gelen arka bahçedeki çiçeklerin olduğu yere bakmak için oraya doğru ilerledim. Arka tarafa ilerledikçe, içimden bir parçanın eksikliğini hissettim. Karakız'ı arkaya gömmüştük. O beni görüyordu belki,ama o benim için çok uzaklardaydı. Her adımımı ara ara, uzun dikenler bacağıma batıyordu. Karşımda annemi gördüğümde yine şarkı mırıldanarak çiçekleri suluyordu.

- Mısırlar hazır, hadi gel yiyelim anneciğim.

Mısırlarımızı tencereden çıkarıp, tabağa koydum. Ben tabakları ve içeceklerimizi alarak salona gelirken annem de yer sofrasını hazırlıyordu. Birlikte mısırlarımızdan atıştırdığımız da haberleri şaşkınlık içerisinde izliyordum. Ne kadar korkunç bazı insanlar, kendi ailesinden insanlara zarar veriyordu.

Akşam vakti olduğunda karanlık çökmüş, bulutlar hareket ettikçe gökyüzündeki Ay'ın görüntüsü de kayboluyordu. Akşam yemeği hazırlanırken çizgi filmimi açıp kanepede uzandım. En iyi arkadaşım Çiğdem'di, fakat o kız çizgi filmleri severdi. Bana pek ayak uyduramasa da izlemekten de geri kalmazdı. Ben çizgi filmi izlerken bir anda içeriden gelen annemin yüksek sesiyle anneannem, dedem ve ben yanına koştuk.

Biz meraklı gözlerle ne diyeceğini beklerken sessizliğini bozup dedeme doğru baktı. Bakışlarım dizlerinin üzerinde duran ellerine kaydı. Titriyordu...

- Ay Dila Hanım'ın kocası kalp krizi geçirmiş az önce. Dedemden gözlerini kaçırmadan sözlerine devam etti.

- Oğlu aramış, uzak yere göreve gönderilmiş onu öğrenince tabii adam fenalık geçirmiş. Dila'da ne yapacağını bilememiş, beni arayıp söyledi. Deniz'e haber verdim. O gelsin hastaneye uğrayacağız.

- Hay Allah yavrum benim ya! İnşallah iyidirler. İçini ferah tut. Kötü düşüncelere kapılmayın, iyiyi zikredin.

Annem eli titrer vaziyette otururken mutfaktan getirdiğim bardağı su içmesi için eline uzattım.

- Daha iyi misin anne?

- İyiyim kurban olduğum. Başımı okşarken beni kollarının arasına sardı.

Kapının tokmağı tıkır tıkır ses edince, gelen babamdı. İçeri girmeden anneme doğru bakındı ve hazırlanmasını istedi.

- Hazırım ben hadi çıkalım. Üzerine uzun hırkasını giyip ayakkabılarını giydiğinde arkalarından kapıyı kapatıp anneannem ve dedemle salonda oturdum. O an aramızda sessizlik hükmünü sürdürüyordu.

Saate baktığımda epey geç olmuştu,saat gecenin on biriydi. Yatağımın içinde sağa sola dönüp duruyordum. Kendimi tutup annemle babamın dönüşünü beklerken uykuya daldım.

•••••

O gece uyuduğumda, neler olduğunu bilmiyordum. Uyanıp elimi ve yüzümü yıkadım. Solumda asılı duran beyaz havluyla ıslak yerlerimi kuruladım. Anneannem yaptığı tereyağlı yumurta ile her yere kokuyu yaymıştı. İçime kokuyu çekerek mutfağa girdim.

- Günaydın yavrum.

- Günaydın anneanne, annem ve babam dönmedi mi?

- Hayır kuzum dönmediler. Yüzüm asık bir halde başımı önüme eğdim. Bahçeden gelen sesleri duyunca kapıya doğru koştum. Kalabalık bir ortam olduğu için aralarına girmek istemedim.

"Acaba dedem onlarla ne konuşuyordu?" diye içimden düşündüm.

Hareketlerinden hiçbir şey anlamasam da, onu izlemeye devam ettim. Anneannem arkamdan gelip omzumu tuttuğunda bir anlık korkuyla irkildim.

- Korkma kuzum, benim.

- Dedem ne konuşuyor acaba?

- Ben bir öğreneyim bakayım sen içerde kahvaltılıkları hazırla bakayım.

- Beyim ne oldu?

Gözü yaşlı adam, karısına ne diyeceğini bilmiyordu. Ona kızı ve oğlunun vefatını nasıl söylerdi?

- Hanım senle konuşmamız lazım. Onun gözlerinden yaşı silerken bir yandan içindeki kötü haber hissiyle boğuşuyordu. Eli yüreğinde eşinin ne diyeceğini merak içinde bekledi.

- Dün hani, bizimkiler yoldaydı ya!

- Ne oldu kızıma? Ne oldu damadıma beyim?

Eli yağlı, korkudan titreyen kadın, eşinin gömleğinin yakalarını tutarken çırpınmaya gücü kalmamıştı.

- Gece hastaneden eve dönerken, kamyonun ışıklarından önlerini göremediler herhalde bilmiyorum bende. Ordaki kalabalıktakiler ambulansı aramış ama yetişememişler.

Kadın yere çökmüş feryat figan ağlarken, eşi kolundan tutarak ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Ama hiçbir güç kuvvet onu dik tutamazdı.

- Ah ah yavrum!

Her şeyden habersiz, kahvaltı yapan Mehmet bahçeye çıkmıştı.

- Anneanne! Ne oldu? Dede neden ağlıyorsunuz?

Ikiside hiçbir şey söylemeden öylece sarıldılar.

Öğlen vakti geldiğinde dedem camiye giderken ben de peşinden gitmek istesem de anneannem bana izin vermeyip ödevlerimi yapmam için uyardı. Benden bir şey sakladığını hissetsem de tek kelime etmedim.

Dedem ifadesiz yüzüyle öylece yanımdan geçti ve caminin olduğu yöne doğru ilerledi.

Anneannem ise mutfakta helva kavuruyordu. 'Acaba davet mi vardı?' Diye içimden düşünceler geçti. Bahçedeki kalabalığa karışarak dedemin nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum. Dedem'in karşısında durup sohbetini bitirene dek, araya girmemek için sustum.Kafasını aşağı eğip bana bakarken saçlarımı okşadı.

Kendimi artık tutamadım ve o dakikalardır içimi kemiren soruyu sordum. "Dede bahçemiz neden bu kadar kalabalık?"

Anneannem elindeki helva dolu tabakları ve çatalları bahçede kurulan masaların üzerine bırakıyordu. Ara ara içeri girip tekrar bahçeye çıkarak masaların üzerine ikramlar koyuyordu.

Beni kucağına alarak bahçenin sakin kenarındaki çardağımıza getirdiğinde yavaşça oturttu. Dizinden tutunarak yanımdaki boş kalan yere oturduğunda onu izledim.

- Evladım, biliyorum yaşın daha küçük ama beni iyi dinle. Sana dede nasihatı.

- Nasihat ne demek dede?

- Bir şey hakkında bilgilendirip anlatmak olarak düşünebilirsin.

- Hani dün anne ve baban Dila Hanım'ı ziyaret etmeye gitmişlerdi ya, dönerken büyük bir kamyon ışığı gözlerini almış, ışıktan dolayı bariyerin dışına uçuvermiş araba. Baban bir süper kahraman olmuş. Göklerde uçacaklar ikisi.

Dedesi endişeli ve sözlerini özenle seçmeye çalışıyordu. Çünkü karşısındaki torunu daha sekiz yaşındaydı. Yaşına göre çok zeki ve akıllı bir çocuk olduğu için olayın aslını anlıyor gibiydi.

- Yani anne ve babam öldü mü?

- Maalesef evladım. Kader yazıldıysa, bizim elimizden hiçbir şey gelmez. Allah onu daha erkenden yanında görmek istemiş.

- Bidaha göremeyecek miyim?

- Göremezsin, ama o seni daima izliyor olacak.

Dedemle yaptığımız kötü haberlerin olduğu sohbetin ardından tekrar bahçenin ön tarafına geçtik.

Beni kucağından indirip, masalardan birindeki sandalyeye oturttu. Anneannem konuştuğu kadının yanından ayrılıp yanıma geldiğinde, beline sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlarken beni sakinleştirmeye çalışsa da yeterli gelemiyordu. Sevda, kalabalığın içerisinde annesiyle birlikte bana doğru geliyordular. Anneannemi bırakıp Sevda'nın yanına gittim.

- Biraz konuşmak ister misin?

Birlikte sohbet ediyorken, elimin üzerine elini koyup destek olduğunu yansıtmaya çalışıyordu.

- Etrafıma bak, tonlarca insanlarla dolu ama onlar gittiğinde benim ömrümden giden eksikliği hiçbir şey kapatamayacak.

- Şuan belki senin hislerini anlayamam ama, zor zamanlarında yanında ilk ben olacağım. Ben boşluğa dalmış öylece düşünceler içinde kaybolurken Sevda'nın sırtımı sıvazlamasıyla ona doğru dönüp gülümsedim.

El ele bahçenin ön tarafına geçerken, kalabalık azalmış, herkes dağılmıştı. Sevda'nın annesi, gözlerinde hâlâ yaşlarla anneanneme etrafı toplarken yardım ediyordu.

- Şu bulaşıkları yıkayayım, sonra eve gideceğiz. Bir yere kaybolmayın Sevda.

- Tamam anne.

Birlikte öylece bahçede sessizce dururken, dedemin yeni kurduğu salıncağı göstererek işaret ettim.

- Hadi gel, seni orada sallayayım.

Sevda mutlu bir şekilde salıncağa oturduğunda, arkasına geçip omuzlarından yavaşça ittirerek sallamaya başladım.

Aradan geçen birkaç dakikadan sonra annesi çantasını düzelterek bizim evden çıktı.

- Hadi kızım, gidelim yine geleceğiz.

Bana el sallayarak, annesinin elini tuttuğunda arkalarından gidişlerini izledim.

Bahçede tek başıma kaldığımda, oturduğum yerden doğrulup içeri girdim. Bana ayrılan odaya girip, kendimi yatağa atıverdim. Tavanı öylece izlerken, kendimi tutamayıp ağlamaya başladığımda sesimi duyan anneannem kapımı açarak, yanımdaki boş köşeye oturdu.

Yatağın altındaki boşlukta duran üstü tozlanmış kutuyu, silip elime uzattığında şaşkınlıkla etrafını inceledim.

- Bu nedir anneanne?

- Aç bak bakalım, göreceksin.

Yan tarafı eskimiş tokmaklarının kapağını açıp, içine baktığımda bir fotoğraf duruyordu. Genç bir kadın ve adam vardı. Birbirlerine aşk dolu gözlerle bakıyordu. Fotoğrafların kenarları eskidiği için sararmış haldeydi. Anneannem'e bakarak anlatmasını istediğimi belirten meraklı gözlerle baktım.

- Anne ve babanın resmi. İkisi açık hava sinemasında tanıştıkları gün bu fotoğrafı çekmişler.

- O zamanlarda da çok güzellermiş. Babamın saçları ne kadar gürmüş!

- Evet kuzum, yaş ilerledikçe saçlarımız dökülüverir. Aramızda sohbet sona erdiğinde yataktan doğrulup ayağa kalktığında kapıyı ardından kapatıp çıktı. Fotoğrafı göğsüme yaslayıp yatarken, kolumu uzatıp yatağımın kenarında duran gece lambasının ışığını kapadım. Ayak sesleri git gide azaldığında da, anneannemin gittiğini hissettim. Yeni bir güne merhaba diyebilmek için kendimi uykunun derinliklerine bırakıp gözlerimi kapadım.