Cherreads

yarışma

Daoistobi1Hr
14
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 14 chs / week.
--
NOT RATINGS
154
Views
VIEW MORE

Chapter 1 - 1.

Sabahtı. Tanyeri, Gelibolu'nun sırtlarında kanayan bir yara gibi ağarıyordu. Serin mart rüzgarı, çorak tepelerdeki iğde ağaçlarının ince dallarını titretiyor, ürkek bir kuş ötüşü gibi dolaşıyordu savaşın kıyısındaki köyün üzerinde. Evler, birbirine sokulmuş, korkuyla bekleyen ihtiyarlar gibi sessiz ve hareketsizdi. Bu dinginliğin altında, büyük ve korkunç bir şeyin vakti yaklaşmanın ağırlığı vardı.

Halil, evlerinin önündeki kaya tezgahında bıçak biliyordu. Taşa sürtünen çeliğin sesi, sabahın sessizliğini daha da keskinleştiriyordu. Her vuruş, uzaklardan duyulan top gümbürtüleriyle ritim tutuyordu. Gözleri, çelikle taş arasında gidip gelirken, içinde fırtınalar kopuyordu. Babasının yokluğu, evin içinde hissedilen o büyük boşluk, omuzlarına daha ağır geliyordu son günlerde.

"Abi?"

Halil, bıçağı elinde tutarak döndü. İbrahim, kapının eşiğinde, gölgelerin içinde duruyordu. On beş yaşındaki bedeni, henüz bir çocuğun narinliğini taşıyordu ama yüzü, yaşının çok ötesinde bir ağırlıkla solgundu.

"Bıçağı biliyorsun," diye fısıldadı İbrahim, sesi titreyerek.

Halil, bıçağa baktı. "Evin işi bitmez," diye mırıldandı, bir şeylerden kaçarcasına.

İbrahim bir adım öne attı. Ayaklarının altındaki toprak, sanki ateş üstüymüş gibi sıcak geliyordu.

"Ev için değil, abi."

Halil'in eli durdu. Gözlerini, kardeşinin sert ve parlak gözlerine dikti. İçinde bir şey korkunç bir hızla büyüyordu.

"Ne için öyleyse?" diye sordu Halil, sesi istemeden sertleşerek.

İbrahim'in boğazında bir düğüm vardı. Sözcükler, boğazına takılıp kalıyor, odada uyuyan annelerinin nefesini duydukça içi parçalanıyordu. Ama uzaktan gelen bir top sesi, ona cesaret verdi. Bu ses, artık sadece bir uyarı değil, bir çağrıydı.

"Gitsek?" dedi İbrahim, tek kelimeyle bütün bir dünyayı yerle bir ederek. "Kimseye... kimseye haber vermeden. Annemiz... bilmeden."

Sözler, odanın içinde zehir gibi yayıldı. Halil, bıçağı öyle sımsıkı kavramıştı ki, sapının tahtası avcuna batıyordu. İçi, bir anda annesinin, bir daha hiç dönmeyen babasının hayaliyle doldu.

"Sus!" diye hışımdan kesik kesik soludu Halil. "Daha dün annenin eteğine yapışıp, rüyandan ağlayarak uyanmıştın."

"Rüyamda deniz kan kusuyordu, abi!" diye karşılık verdi İbrahim, sesi ilk kez bu kadar gür çıkarak. "Ve içinde babamız vardı! Bizi çağırıyordu! Burada oturup, evin erkeği olacağım diye bekleyemem. Sen de bekleyemezsin. Biliyorum."

Halil, kardeşinin gözlerine baktı. O çocuk gözlerde, korkunun yanı sıra, yenilmesi imkansız bir inat, kutsal bir öfke parlıyordu. Bu öfke, onun da yüreğini yakıyordu. Evet, biliyordu. Bekleyemezdi. Ama kardeşini de götüremezdi. Onu, annesinin uyuyan yüzüne bakarken bıçakla yarılsa daha az acırıdı.

"Sen bir çocuksun," diye mırıldandı, sesi kırılarak. "Evde kalman lazım. Ona... ona sen bakacaksın."

"Ev, eğer o top sesleri susmazsa, bir hiçtir abi!" diye isyan etti İbrahim, gözleri buğulanarak. "Ve ben... ben çocuk değilim. Artık değilim."

Halil, bıçağı yavaşça tahtanın üzerine bıraktı. Çeliğin soğuk parıltısı, İbrahim'in gözyaşlarıyla bulandı. Dışarıda, bir kuş öttü. Normalliğin, sıradan bir sabahın son çığlığı gibi geldi bu ses. Sonra, bir top daha gürledi. Ve gerçek, odalarına yeniden doldu.

İki kardeş, birbirlerine baktılar. Aradaki sessizlik, bütün söylenmemiş sözleri, bütün korkuları, bütün vedaları taşıyordu. Karar, henüz verilmemişti. Ama artık, verileceği an gelmişti. Ve bu an, savaşın kendisinden bile daha acımasızdı.