Cherreads

Ay Laneti

Darkdays_6150
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
117
Views
Synopsis
Altı yaşında hafızasını kaybeden Mabel, yirmi yıl boyunca gölgelerin içinde yaşadı. İnsanların göremediği, ama ondan hiç ayrılmayan varlıklarla… Fısıltılar, karanlıkta parlayan gözler ve daima hissedilen o soğuk nefes… Bir gece, en yakın dostu Anna ile birlikte, gerçekliğin ötesine geçip bambaşka bir dünyanın kapısına adım attı. Ve orada, yavaş yavaş geri dönen anılar, Mabel’in kimliğine dair her şeyi değiştirdi. Her hatırladığı parça, onu daha karanlık bir gerçeğe yaklaştırıyor. Mabel sıradan bir insan mıydı, yoksa iki dünyanın kaderini belirleyecek kehanetin anahtarı mı?
Table of contents
VIEW MORE

Chapter 1 - CADI KİTABI

Olması gerekenden daha fazla yorulmuştum ve bazı zamanlar kafamın içinden geçen düşünceleri bile çözemez hâle gelmiştim. Her şeyin bir sanrıdan ibaret olduğuna inanmak istiyordum; belki de tüm bu şeyler benim hayal ürünümdü. Bu olanlara daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum. Kullandığım ilaçlar bile artık işe yaramıyordu. Tek bir şansım olsaydı, her şeyi sil baştan yaşamak isterdim. Tıpkı ailemin eskiden düşündüğü gibi delirdiğimi düşünmek istemiyordum; ama tüm bu olanların bir açıklaması yoktu. Kısa kısa olan uykularımdan bile kâbusla uyanır olmuştum. Artık yeni bir güne başlayacak hevesim kalmamıştı ki zaman zaman uyanmamayı bile diler hâle gelmiştim.

Komodinin üstünde çalan telefon yüzünden gözlerimi açmak zorunda kaldım. Arayan Anna'ydı. Bugün izinli olduğum için çalıştığım kulübe gitmemiştim; belki de sevgili patronum bu yüzden arıyordu. Boydan boya camla kaplı olan duvarıma baktım. Dışarıda hâlâ lapa lapa kar yağıyordu ve etraf zifiri karanlıktı; öyle ki ormanın içi bile görünmüyordu. Telefonu komodinin üzerinden alarak gelen aramayı cevapladım. Kısa bir süre sonra Anna'nın nazik sesi kulaklarımı doldurdu:

"Mabel, lütfen bana uyuduğunu ve gözlerinin altındaki morlukların yok olduğunu söyle."

"Pek öyle olduğu söylenemez," diyerek yutkundum. Bunun karşılığında aldığım sinirli bir oflama ile derin bir iç çektim. "Gitgide zombilere benziyorsun," diye lafı ağzında geveledi. Uyku problemim iyice sıkıntı yaratmaya başlamıştı. Gün içinde o kadar halsiz bir hâle gelmiştim ki, çalışırken kırdığım bardakların haddi hesabı yoktu.

"Keşke gördüğün o yaratıkların götünü tekmeliyebilsem; böylece ikimiz de rahatlamış oluruz."

Kurduğu cümle karşısında kısa bir an gülecek gibi oldum. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını ikimiz de biliyorduk; yine de beni neşelendirmeye çalışmasına tebessüm ettim.

"Her şey yolunda mı?" diye bir cümle yönelttim. Bugün günlerden pazardı ve kulüpte işlerin oldukça yoğun olduğunu biliyordum. Burası küçük bir kasaba olsa da etrafta serseri oldukça fazlaydı. Anna o kadar güzeldi ki bütün dikkatleri üstüne çekiyordu. Bu yüzden onun yanında olmadığım zamanlar çok endişeleniyordum.

"Eski sevgili terörü dışında çok bir sıkıntı yok gibi," diyerek cevap verdi.

"Tanrım, o gene mi geldi?"

"Evet," diyerek homurdandı. "Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum. Ne olursa olsun onu çok sevmiştim, Mabel. Şimdi ise onu başkalarıyla gördükçe içimi bir soğukluk kaplıyor."

"Sadece korkuyor, Anna seni kaldırabilecek bir yapıda değil. Seni terk etmek ona daha kolay geldi, çünkü bu zamana kadar sürekli zor şeyler yaşamaktan bıkmıştı. Sorumluluk almak istemedi. Ve fikrimi soracak olursan, ondan daha fazlasını hak ediyorsun. Kaybeden kişi o. Sen ise biraz kendinin farkında olmalısın," diyerek onu teselli etmeye çalıştım. Üzüldüğünü biliyordum ama bundan sonra onu tekrar kabul etmek büyük bir aptallık olurdu.

"Haklısın. Hey, yanına gelmemi ister misin? Bugün değişik bir adam geldi ve elime bir kitap verdi. Ne olduğunu tam olarak anlayamadım, belki birlikte bakarız."

Yüzümde küçük bir tebessümle, "Olur. Gelirken biraz içki alabilirsin, değil mi?" diyerek sorusuna yanıt verdim.

"Sadece içki mi? Karnım kurt gibi aç, biraz yiyecek bir şeyler de alırım. On dakika sonra oradayım."

"Yollar buzlu, gelirken dikkat et. Umarım arabana kış lastiği taktırmışsındır."

Onaylar bir biçimde ses çıkarttığında telefonu kapattım ve yatağın içinden kalkarak odadan dışarıya çıktım. Evin içerisinde her zaman gördüğüm yaratıklar bu sefer yoktu ve bu bile rahatlamam için yeterli bir sebepti. Aşağı kata inerek Amerikan mutfağıma girdim. Tezgâhın üstünde olan çerez kutusunu alarak küçük bir tabağa döktüm ve iki tane bardakla birlikte televizyonun karşısındaki masaya koydum. Anna kitap inceleyeceğimizi söylediği için film seçme aşamasını es geçtim.

Televizyonun önündeki koltuğa oturarak kafamı geriye doğru yasladım. Geriye sadece Anna'yı beklemek kalmıştı. O kadar uykusuz kalmıştım ki her an uyuyabilecek gibi hissediyordum. Eğer böyle bir şey olursa Anna beni dövmekten beter ederdi; o yüzden elimden geldiğince uyanık kalmaya çalıştım. Aradan yaklaşık beş dakika sonra zil çaldı. Yavaş hareketlerle yerimden kalkarak kapıyı açmaya gittim. Anna'nın karşımda soğuktan titremesine güldüm. Arabasını yine bahçeme park etmişti. Sıkıntılı bir şekilde iç çekip gözlerimi devirdim.

Acele bir şekilde içeri girerek, "Tanrım, o aptal çimlerin şu an gözükmüyor bile! Her yer buz tutmuş; o yüzden oraya park etmeme kızamazsın," diyerek montunu portmantoya astı.

Elindeki siyah kitaba bakarak yüzümü buruşturdum. "Gerçekten oturup cadılar tarihini mi inceleyeceğiz?" diyerek homurdandım.

Elindeki kitabı çevirerek, "Neden öyle diyorsun ki? Bence senin simsiyah evinle gayet uyumlu," dedi.

"Cadılar dediğin en fazla ne olabilir ki? Tarot ya da fal okuyucuları falan mı? Bunda ilginç ne olabilir Tanrı aşkına? Emin ol, film izleseydik daha güzel bir şeyler bulabilirdik," dedim.

Koltuğa otururken Antep fıstığından bir tane ağzıma atarak çiğnemeye başladım. Bacaklarımı masaya uzatarak geriye doğru yaslandım. Kabus dolu uykum bile Anna'nın elindeki kitaptan daha ilginçti.

Anna, daha demin elinde olan poşetleri masanın üstüne bıraktı. Poşetleri karıştırarak bir bira kutusunu açıp içmeye başladım. Anna o sırada poşetlerin içerisindeki yiyecekleri çıkarırken, masaya bıraktığı kitabı alıp elimde çevirdim.

"Gerçekten böyle mistik şeylere bayılıyorsun, değil mi?"

"Bu dünyada onlardan daha ilginç ne olabilir ki?" diyerek söylendi.

"Dünyada var olabilen ve yaşayan canlılar," dedim dalga geçerek.

"Sen de bu kategoride misin?"

Burnumu karıştırdım ve cevap verdim: "Etrafta yaratıklar görmeme bakılırsa şu anda bu kasabadaki en ilginç canlının ben olduğunu söyleyebilirim."

Koltukta yanıma otururken çıkardığı pizza kutusundan bir parça alarak ısırdı. Elimdeki kitabı alıp kucağına koydu. Birazdan okuyacağı şeylerin kulağıma ninni gibi gelmesinden korkuyordum. Anna kitabın kapağını açtığı anda, gözüme çarpan değişik sembollere suratımı buruşturdum.

"Bir tür tarikat kitabı falan mı bu? Birazdan kurban gidersek hiç şaşırmam," dedim.

"En azından birkaç dakika ciddi kalamaz mısın?" diyerek sinirli bir halde konuştu. Gözlerimi devirdim. O lanet kitabı ciddiye alacağımı zannediyorsa yanılıyordu. Yine de ağzımı açmamaya çalışarak dikkatli bir şekilde kitaba bakmaya devam ettim. Belirli yaratıkların olduğu bir sayfada durdu.

"Tanrım, Mabel! Burada yaratıklardan bahsediyor. Acaba içlerinde senin gördüğün yaratıklardan var mıdır?"

"Aptalın biri sadece oraya filmlerden gördüğü birkaç yaratığı çizmiş. Bunda abartılacak ne var?"

"Burada eskiden yaratıkların cadıların kontrolünde olduğu yazıyor. Ve kitabın söylediğine göre, eskiden yaratıkların tıpkı insanlar gibi kendi bilinçleri varmış. Yani hepsi aslında bir insanla eşdeğermiş — dış görünüşü hariç."

Koltukta dizlerimi karnıma doğru çektim, pür dikkat bir şekilde Anna'yı dinliyordum. Kitap hâlâ ilgimi çekmiyordu; gene de onu dinlemeye devam ettim. "Sonra ne olmuş?" diyerek yerimde kıpırdandım.

"Sonra kader tanrıçası onları lanetlemiş, bu yüzden bilinçlerini kaybetmişler."

Masaya uzanarak pizzadan bir dilim aldım. "Anna, gerçekte böyle şeylerin olmadığını biliyorsun, değil mi? Ben sadece aklını üşütmüş bir insanım."

Gözlerim masaya daldı. Bunca zaman başıma gelen olaylardan bir kez olsun bile 'Gerçek mi?' diye şüphe etmemiştim. Öyle ki, ailemin akrabaları bile onların ölümünü bana bağlıyordu; çünkü gördüğüm o şeylerin gerçek olduğunu iddia ediyorlardı. Bana göre asıl onlar delinin tekiydi. Anna'yı, böyle şeylere inandığı için suçlamıyordum; o, eskiden beri böyle şeylere bayılıyordu. Pizzadan bir ısırık alırken Anna'ya baktım; üzülmüş gibi duruyordu.

"Kendine öyle şeyler söylemene dayanamıyorum. Ben o şeylerin gerçek olduğuna nedense inanıyorum. İçimden bir ses inanmamı söylüyor. Ben de deli sayılır mıyım?"

"Tanrı aşkına, Anna! Cadılardan, tanrıçalardan bahsediyoruz. Bu zamana kadar böyle bir şeye rastlamadık bile."

"Bu zamandan sonra rastlamayacağımızın garantisi var mı?" diyerek bir soru yönelttiğinde sıkıntıyla iç çektim. Onu inandığı şeyden vazgeçiremezdim. Herhangi bir cevabımın olmadığını bildiği için kafasını tekrar önündeki kitaba çevirdi. Diğer sayfaya geçtiğinde ilgimi çeken bir evle kaşlarımı çattım. Kitabı onun elinden alarak evi incelemeye başladım. İki katlı, küçük bir villaydı; dış tarafı siyah ve tuhaf sembollerle doluydu.

"Mabel, ne oldu?" diyerek bir soru yöneltti. "Burası ormanın biraz ilerisindeki harabe ev değil mi?" dedim. "Hani şu küçük çocukların sürekli gidip 'orası lanetli' dediği yer."

Kafasını bana yaklaştırarak kitaba bakmaya çalıştı. Ona yardım ederek kitabı ona doğru çevirdim. Anna, sayfaya birkaç saniye baktıktan sonra gülmeye başladı. Aniden oturduğu yerden ayaklanarak bana doğru döndü ve "Kalk." dedi.

Anlamadığımı belirten bir ifadeyle ona baktım. "Oraya gidiyoruz." diyerek küçük çocuklar gibi yerinde zıpladı. Aniden başıma ağrılar girmeye başlamıştı. Hızla elimdeki kitabı kaptı ve sayfayı tekrar incelemeye başladı.

"Kitabın söylediğine göre eskiden birkaç cadı orada yaşarmış." dediğinde istemsizce gülmeye başladım.

"Artık daha fazla bu saçmalığa katlanamayacağım." dedim ve ayaklanarak üst kata doğru yöneldim.

Arkamdan bağırarak, "O lanet eve sen gelmiyorsan, ben yalnız gidiyorum!" dediğinde, merdivenden çıkmayı bıraktım. Kısa bir süre sonra bütün vücudum gerildi; şimdi bir seçim yapmalıydım.