Cherreads

MAVİNİN RESİTALİ

Elif_Gökçe
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
184
Views
Synopsis
"Bazen bir karar sadece bir hayatı değil; adaleti, kimliği ve aklı da yerinden oynatır..." Yıllar önce alınan bir mahkeme kararı, bir annenin hayatını söndürdü. Ve o kadın, intikamını sessizce doğurdu. İki bebek... İki hayat... Ve ters yüz edilmiş bir gerçek. İzlerini bir balıkla süsleyen katil, artık susmuyor. Her cinayet, bir sırrı kazıyor yerin altından. Mavi'nin Resitali başlıyor. Bileklere kazınan her çizim, kimliklerin, ailelerin ve vicdanların maskesini düşürüyor. Bu sadece bir cinayet romanı değil... Bu, yerinden edilmiş bir hayatın kendi yerini geri alma hikâyesi. "İntikamın rengi bazen Mavi olur."
VIEW MORE

Chapter 1 - 1. BÖLÜM- SONBAHAR ÇİÇEĞİ

MAVİNİN RESİTALİ

GİRİŞ

"Sular yükselince balıklar karıncaları yer; sular çekilince de karıncalar balıkları. Kimin kimi yiyeceğine 'suyun akışı' karar verir." -Platon

Yağmurun geceyi sarhoş ettiği bir akşamdı. Şehrin karmaşık sanat galerisi ışıklar altında parıldayan tablolarla dolup taşıyordu. Odanın en dikkat çeken eserlerinden biri, iki yabancının karşısında durduğu gizemle dolu bir tabloydu. Tablonun içinde gizlenmiş balıkların yanlarında, unutulmuş anıları temsil eden siyah bulutlar bulunuyordu. Ressam, her balığın unutkanlıkla nasıl etkileşime girdiğini ve her anının bir sonrakini nasıl silip süpürdüğünü vurgulamış olmalıydı.

''Görünüşe göre bu karşılaşma, yaşanması gereken bir gizemin başlangıcı gibi,'' dedi yabancı adam kendinden yeterince emin bir ifadeyle. ''Hayat bir film olsaydı bugünün ana karakteri siz olurdunuz.''

Kadın, dalgın bir ifadeyle yabancının gözlerine baktığında adamın tüyleri ürperdi. Hayır, bu etkilenmek değildi, o aptal aşk filmlerindeki gibi değil. Korkmuştu. Kendi cüssesinden küçük bir beden onu bir bakışla olduğu yere çakabilmişti.

''Kim bilir… Belki bir gün bir senaryoda karşılaşırız.'' Gözlerini kısarak adamın gözlerine kitledi gözlerini. Vişneçürüğü ruj dudaklarını tapılası kılmıştı. Narin elleri vardı, siyah bir kalemle öne çıkardığı iri kahve gözleri ve kahverengi uzunca saçları. Boğazlı siyah bir elbise sarmıştı bedenini, ayak bileklerine dek uzanıyordu. Kalınca, siyah bir kemer belinin ortasına öyle güzel oturmuştu ki incecik görünüyordu. İnce parmaklarını birçok yüzükle süslemişti ve dekoltesine inen bir kolyesi vardı, şahmeran.

''Adınızı öğrenebilir miyim?'' Çıktı bir an adamın dudaklarından, engel olamamıştı. Kadın küçük bir kahkaha attı. Beğenilmeye alışkın bir tavrı vardı ve kolayca etkilenmediği belliydi.

''Kim olarak?''

''Ben,'' dedi ve elini uzattı. ''Dedektif Pars Demir. ''

''Dedektif olman seninle tanışacağım anlamına mı geliyor?'' diye sordu kadın, dedektifi vurgulayarak. ''Sanırım işlerin yolunda değil.''

''Anlayamadım.''

''Mesleki deformasyon,'' diyerek sesli bir nefes verdi. ''Mesai dışında da çalışıyorsun.''

''Siz beni yanlış anladınız ben sad-'' Kadın elini kaldırarak aralarına bariyer ördü.

''Yok, önemli değil. Nedenleri beni ilgilendirmiyor.'' Yutkunduğunda boğazı şişip indi. ''Adımı öğrenemezsin.''

Sapının koluna düştüğü bez çantasını omzuna taktı ve seri adımlarla tablonun önünden ayrılarak gözden kayboldu. Pars dudaklarını birbirine bastırarak arkasından bakakaldı. Galeriden çıkmak, kadının ardından gitmek istiyordu.

Henüz otuzlu yaşlara bir yılı vardı. Bu zamana dek şık tarzı, birçok kadın için heyecan verici olmuştu; ama bu kez o ağa düşmüştü. İnsanlar ilk kez tattığında kanıveriyormuş, karşısındaki onu vurmak istese de. Bebek bir kuzu kendini kurdun kollarına atabiliyormuş.

Üzerinde geniş omuzlarını saran siyah bir kazak, altındaysa siyah bir pantolon vardı. Dedektif olmasının hakkını veren siyah kaban, deri kemer ve şık saat ile de taçlandırmıştı bu kombini. Burnunun ucuna düşen dinlendirici gözlüğü işaret parmağı ile yukarı itip hızlı adımlarla otoparka indi. Tek hareketle kontağın düğmesine bastı. Sürücü koltuğuna geçtiğinde rutin haline getirdiği gibi radyosunu açtı ve emniyet kemerini bağlayarak gazladı. Otoparktan dışarı çıkarken yağmur damlaları ön camı dövmeye başlamıştı. Fırtına o kadar uğultuluydu ki sanki hüzünlü bir melodi çalıyordu. Bu sesi seviyordu, o gecenin adamıydı. Radyodan duyduğu haber, kaşlarının çatmasına yetti. Canlanan bir kâbus gibi, radyo spikeri İzmir Bornova'dan gelen son dakika haberini aktarıyordu.

"Sayın seyirciler, komşusunun evinden tuhaf sesler duyan Sare M. ivedilikle polisi aradı. Olay yerine ulaşan ekipler evde bir ceset buldu. Her yıl aynı dönemde tekrarlanan kan dondurucu cinayetler hız kesmeden devam ediyor. Şehri kana bulayan bu katil, ardında bıraktığı izden ötürü seri katil olduğunu düşündürtmekte. İnceleme ekibi olay yerinde, araştırmalara başlandı."

Pars, haberin sesini kısarak iç yanağını ısırdı. Yol boştu fakat yine de aracını yavaşlattı. Aklında, her yıl tekrarlanan cinayetler dönmeye başladı. Bambaşka kişiler, bambaşka bölgeler. Katilin aynı kişi olduğunu düşündürten ise tek bir izdi.

Gözlerini kocaman açarak sesli bir nefes verdi ve tamamen yola odaklandı. Hızı biraz daha arttırdığında ileride, karanlığın içinde bir siluet gördü. Yaklaştığında kaldırımda ıslanan birini fark etti, öylece durmuş damlaların üstüne yağmasını bekliyordu. Gözlerini kısarak net görmeye, kim olduğunu anlamaya çalıştı fakat bu… Bu az evvel gördüğü kadındı. Kalbi heyecanla attı ve o an ne yapması gerektiğine karar veremedi. Anlamsızdı, nasıl yağmurda ıslanmaktan şikâyetçi durmuyordu; aksine dudaklarına huzurlu bir tebessüm yayılmıştı. Saçları ıslanmış, ıslak elbise vücuduna iyice yapışmıştı. Çantasının sapı sürekli olarak omzundan düşüyordu.

Pars, park ederek araçtan indi. Adım attıkça ayakkabısından sesler çıkıyordu. Islak kaldırımda ilerleyerek kadının yanına geldi. Kadın onu fark ettiğinde hafif bir gülümsemeyle karşıladı. "İşinde yeterince iyi değilsin, Pars," dedi biraz alaycı bir tınıyla. Meslek ahlakı hakkında bilgi sahibi olmayan bir kadından bunu duymak, ona tuhaf hissettirmişti.

"Bunun yerine gerçekçi bir yorum yaparsanız dinlemeye hazırım.'' Kadın, Pars'ın kafasını karıştırdığını ve onu öfkelendirdiğini biliyordu; çünkü amacı bu yöndeydi. Pars, balıktı. Yabancının oltasına takılan avel bir balık.

Kadın aniden zemine daldı, gözleri dolmuştu. Tırnaklarının ucuyla şakaklarını kaşımaya başladı. Sertçe yutkunup ciddiyetle Pars'a baktı. "Sen kimsin? Peşimden mi geldin?"

''İkidir tamamen tesadüf yaşıyoruz-''

Başını aşağı yukarı yavaşça salladı kadın, inandığından mı yoksa dalgaya aldığından mı belli değildi. Kocaman bir gülümseme yayıldı dudaklarına, ardından irkilerek gözlerini kocaman açtı. Sakin tavrı tamamen silinmiş, belki de Pars'tan sıkılmıştı. Bu ergence muhabbetin sonunu merak etmiyordu. Biraz önce gülen kadın da nereye gitmişti?

''İyi akşamlar dilerim,'' dedi adımları hızlandığında, Pars gitmesini engellemek istiyordu çünkü onunla sohbet edememişti. Oysa bunun aptalca göründüğünü fark etti.

''Yalnızca yalancılar kaçar,'' diye bağırdı arkasından. Ne yaşadığının farkında değildi, Pars Demir'in egosu zedelenmişti. Kadın durdu ama arkasına bakmadı. Sadece, olduğu yerde kaldı.

''Belki de yalancıyımdır, Pars Demir...''

 

 

1. BÖLÜM- SONBAHAR ÇİÇEĞİ

"İntikam peşindeysen iki mezar kaz!" -Konfüçyüs

Sene, 2019.

Kaya'yı gören Pırıl, hızlıca masadan kalkarak yanına ilerlediğinde sanki saatlerdir o anı bekliyormuşum gibi hissettim. Çantamı alıp sandalyeden kalktığımda kahve bardağımı çöpe fırlatarak kafeden çıktım. Soğuğun içime işleyeceğini bildiğim halde, emin ama bir o kadar da ürkek adımlarla bahçenin arka tarafına gidiyordum. Bilerek kendine zarar vermekti bu, hep yapıyordum. Bile isteye mi? Bilmem, yapıyordum.

İki kız kenardaki, bahçenin yarısına dek uzanan kaldırıma oturmuştu, az ileride bulunan bankta ise kaç kişi olduklarına dahi dikkat etmediğim erkek grubu. Onları tanımıyordum lakin tanısam yine kendime en uygun kafa dinleyeceğim kısma otururdum. Çantamı kucağıma alıp taştan zemine oturdum, saniyesinde karnıma çıkan o soğukluğu tahmin etmiştim ama tahminimden daha çok üşütmüştü. Suratımı büzerek montumun cebinden tek hamleyle çıkarttığım kulaklıklarımı kulağıma taktım. Ucunu telefonuma takarak müzik listeme geçtim ve sanki dersimin başlamasına on beş dakika kalmamışçasına bir şarkı seçmeye koyuldum. Ruhumu rahatlatmadan derse giremezdim, girsem de anlamazdım. Bunun yerine on dakika geç girerek dersi daha dikkatli dinlemeyi tercih ettim.

Yüzyüzeyken Konuşuruz, Dinle Beni Bi'

Kulaklığımın kabloları birbirine dolandığında 21. Yüzyılda hala kablolu kulaklık kullanan tek insan olduğumu biliyordum. Şarj bitme derdi yoktu ya da bağlantısı kopmuyordu, takıyordum ve ben geri çıkarana kadar şarkı dinleyebiliyordum. Bazı şeyler teknoloji ile gelişerek daha kolay bir hal alsa da bazı şeylerin eski hali, gelişmiş halinden çok daha iyi olabiliyordu.

Kalbim gibi. Kalbinle nasıl bağdaştırdın, Liva?

Çokça kırılmadan önce ne kadar tutkulu bir kalpti değil mi. Şimdikinden iyiydi ama olsun, değişen her parçana rağmen adın hala Liva.

On dakika her ne kadar yetmese de yerimden hızlıca kalktım, sınıfıma çıkmak için ana binaya girerek yangın merdivenine yöneldim, evet asansör kullanmıyordum. Bazen kendimi o kadar kitap başrolü gibi hissediyordum ki içimden öyleymiş gibi konuşuyordum, bilmeden oluyordu bu.

Üçüncü kata çıktığımda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ama buna alışmıştım; çünkü haftanın her günü okul olması bunu günlük rutinim haline getirmişti. Yangın merdiveninden çıktığım an asansörün bitişindeki kantin sırası görüş açımdaydı. O soğuktan sonra içimi ısıtacak sıcak bir kahveye ihtiyacım vardı; fakat hocanın derse başlamak için kahve almamı bekleyeceğini sanmıyordum. Aniden elimi titreten telefonumun ekranında Pırıl, yazıyordu. Aramasını meşgule atarak hızlıca, derse giriyorum, yazıp gönderdim ve telefonu cebime attım. Masadan ne zaman kalktığımı soracaktı ve insanların eylemlerini bu kadar kolay bilmek beni yeterince sıkıyordu. Fotoğraf çekiyor, roman denemeleri yazıyor ve kalın ansiklopediler bitiriyordum. Artık izlediğim tüm filmlerin finalini biliyordum, heyecanı kalmamıştı.

Sınıfa girdiğimde çok az kişinin geldiğini, hocanın tahtada olduğunu gördüm. Ben girer girmez dersini böldüğüm için bana alttan attığı sinirli bakışı hissetmiştim. Bu hocayı seviyordum fakat benimle laf atışına girmeden önceye kadar, ki yalakası değildim. Eğitim hayatım boyunca öğretmenlerine yalakalık ederek puan dilenenlerden olmadım. Bir kez lisedeyken bir puan bile değil, küsuratı yüzünden takdir belgesi alamadığım olmuştu. Gitsem verirlerdi çünkü o dönem puan konusunda epey bonkör oldukları bir zamandı fakat gitmemiştim. Ne elde ettiysem oydu, çalışarak almadığım puanla alacağım belgeyle övünemezdim de.

Boş sıralardan birine geçerek çantamı yanımdaki sandalyeye bıraktım, defterimi ve kalemlerimi hızlıca çıkararak yakaladığım yerden not almaya başladım. Ders psikolojiydi yani bölümümün ta kendisi. İlgim çok önce başlamıştı, evde kendimce araştırmalar yaparak roman denemelerim için bilgi topluyor, kendimi geliştiriyordum. Okula geldiğimde konularda yabancılık çekmemiştim. Belki bu bölümü okumasaydım hayatım boyunca pişmanlık yaşayacaktım.

''Vizede soracağım tanımlar hakkında konuşmam gerekiyor çünkü her sınav öncesi biliyor gibi davranarak beni kandırıyor, kâğıtta dökülüyorsunuz. Birinci tanım, YAVIS kavramı. Açılımını söyleyebilecek olan var mı?'' diye sordu, Vera Hoca. Adının Şevval olduğunu hatırladığım bir kız aniden söze atıldı.

''Psikoterapi için mükemmel hasta demek hocam, her harfin ayrı bir anlamı var. Y, young 'genç', A, attractive 'çekici', V, verbal 'konuşkan', I, insightful 'bilgili, içgörülü', S, wealthy 'varlıklı' anlamına geliyor.''

''En azından aranızda öğrenen birkaç kişi var.'' Hoca uyuz bir bakış atarak anlatmaya devam etmek için dudaklarını araladığında başka bir kavram söylemesini bekledim. YAVIS'ı biliyordum fakat henüz deftere yazıyordum ve konuşamamıştım, bunda konuşmayı umuyordum. ''Ya da size bunların çıktısını vereyim, şimdi derse devam edelim,'' dediğinde sanki benim cevaplayacağımı hissettiği için fikir değiştirdiğini düşündüm ve ne kadar şanssız olduğumu hissettim. ''Ne yapacağı kestirilemeyen hastalara seçenekler sunmak kimi zaman onları sanrılardan ve halüsinasyonlardan koparır, genel anlamda daha mantıklı olmaya yönlendirir.'' Kuruyan dudaklarını ıslatarak devam etti: ''Pek çok tıbbi aciliyet, kendini ilk etapta sadece zihinsel rahatsızlık belirtileriyle gösterir. Bu durum sonradan hareketlere yansır ve bedeni tamamen ele geçirir. Kaygı, hezeyan, psikoz, akıl karışıklığı…'' Konu o kadar ilgimi çekmişti ki üşümemi unutmuş kollarımı masaya, yüzümü avucuma koyarak hocaya odaklanmıştım. ''Depresyondaki veya öfkeli bir insanla vakit geçiriyorsak o insanın zihinsel durumu, empatik olarak bulaşıcıdır. Ve insanlar hastalıklarının kafalarında olduğuna inanmazlar.''

Son cümle ile olduğum yere çakıldığımı hissettim.

Ders bittiğinde Pırıl ile üniversitenin hemen önündeki küçük kafeye geçtim, bir ara önce kahve içmemişim gibi yine içecektim. Kalbim iyi iş çıkarıyordu bunca kafeine. Fındık aromalı seçip karton bardağı ve üç şeker alarak masaya oturdum. Dizlerimi karnıma çektiğimde sürekli farklı yerlere takılan gözlerim, avucumdaki karton kahve bardağından çıkan dumanlara daldı. Bugün Pırıl da dalgındı, üç gün önce Kaya ile aptal bir nedenden tartışmışlardı ve Kaya haklıydı, Pırıl bunu biliyordu. Her fırsatta barışmak için zaman kolluyordu ama Kaya'nın ona acımasız olacağını da sanmıyordum, tam beş yıldır birliktelerdi ve aileleri iş yapıyordu. Sol avucumdan masaya bıraktığım renkli, üç şekerin ikisini kahveme attığımda üçüncüye garip bir bakış atarak, iki tanesi yeterli, diye mırıldandım. Kendime bile tahammül edemiyordum, istemiyordum, anlamıyordum, duymuyordum.

Tahta çubuk ile kahvemi karıştırırken bardağın içindeki dalgalanan köpükleri izlemeye başladım. Bir anlığına veya üç dakikalığına… Hatta, uzunca...

Saniyelerce karıştırdım, iyice karışmalıydı. Bir dakika. İki dakika. Hala… Daha hızlı.

''Tamam, tamam karıştı,'' dedi solumdan geldiğini anladığım ses. Daldığım yerden umarsızca başımı kaldırıp ne zaman çattığımı bilmediğim kaşlarımı düzelttim.

''Ne?'' dedim anlamamış bir tınıda, sonra sadece kendi duyabileceğim bir tonda, tamam, diye fısıldadım. Tahta çubuğu masaya öylece bırakıp donmuş ellerimi sıcak bardağıma doladım.

Aylardan kasımdı, sonbaharın ilk haftası.

Liva, sonbahar çiçeği.

 

 

 

GÜNÜMÜZ

Oda soğuktu, terk edilmiş ve eski. Dedektif Pars, gözlüğünü burnunun üzerine iterek küllüğe bakarken yarı sönmüş sigara dikkatini çekti. Alaycı bir gülümseme ile konuştu: "Küllükteki sigara hala sönmemiş savcım, intihar ediyor olsa son nefesi çekmeden etmezdi; bağımlılığı çok yakından bilirim."

Savcı Açelya, anlam veremediği bir durumun içinde titredi. "Oradan bakıldığında işe yeni başlayan bir asalak gibi mi görünüyorum, zaten görebildiğim ayrıntıları niye aktarıyorsun?"

Olay yeri inceleme ekibi, cinayet mahallindeki delillerle meşgulken bir adam nefes nefese içeri girdi.

"İntihar etmedi! O çok iyi bir insandı!" diye bağırdı elleriyle yüzünü sıyırarak. ''Ölmedi o ölmedi. İyi insan o.''

Pars, kaşlarını çatarak adama dikkat kesildi. "Terlik sıçramış vaziyette fayansın üzerindeydi. Çöpte kanlı peçeteler gördüm, delil karartmak için kullanılmış olmalı." Başkomiserin homurdanması ile atmosfer gerilirken Pars, sakin bir şekilde onları izliyordu. "Hayır,'' dedi kendi kendine mırıldanarak. ''Bir cinayet işleyeceksen kusursuz olacak, böyle küçük detaydan da yakalanmazsın… Ayrıca seri katilin böylesine bir aptal olduğunu sanmıyorum. Mademki her sene kusursuz, delil bırakmadan işleyebiliyor, o zaman çöpteki kanlı peçeteler neyin nesi? Ya katil farklı ya da bilmediğimiz olaylar dönüyor..." Başkomiser şaşkın bakışlarla, dolu salonu tararken Pars gülmeye başladı. "Şaka yapıyorum ya, şaka da mı yapmayalım?"

Ortam gerildiğinde ellerini yumruk yaparak yutkundu Açelya. O delicesine nefeslenen yaşlı adamsa anlamsız bakışlar atıyordu, muhtemel mahallenin delisiydi. Komiser Yekta boğazını temizledi. "Dün Süreyya Caddesinde, kadının kazada öldüğü söyleniyordu. Görgü tanıklarından biri otopsi isteyince kaza olmadığını, kadının vücudunda kurşun bulunduğunu öğrenmişler… Anlayacağınız zaten bedeninde kurşun varken aracın önüne atılmış, biri tarafından.''

Pars, Açelya ve komiser konuşurken kurbanın sol el bileğindeki simgeyi gördü. Damarının tam üstünde duran mavi balığı. Dövme değildi, pilot kalemle çizilmiş olmalıydı ki, mürekkepleri her yana dağılmıştı. "Ceset otopsiye alınsın. Adliyeye geçiyoruz."

 

Adliyenin loş koridorlarında, cinayetteki gizemi çözmek için ilerliyorlardı. Dosyalar, soğuk ofisin tozlu raflarındaki saklı sırları anlatıyordu. Pars, boğazını temizleyerek iç çekti. "Bu işte bir tuhaflık var Açelya. Olay yerinde detaylar karışık, sanki bir proje gibi işlenmiş. Bileklere çizdiği balıklar, tasarımları… Mimar gibi. İz bırakarak oyun oynuyor."

Açelya dosyayı dikkatlice inceledi. "Katil, sanki bize bir şey anlatmaya çalışıyor ama ne? Aynı kişi olsa delil bırakmazdı demiştin, bunu bende düşündüm; fakat o laubali tavrın seni tanımasak çok iyi şüphe çekerdi."

''Bileğindeki simgeyi görmüş müydün?'' diye sordu Pars. Açelya, dosyalara dalmıştı. ''Ne?'' diye kaldırdı başını, alıktı.

''Balık,'' diye yineleyerek parmaklarını saç diplerinde gezdirdi. ''Simgeyi diyorum, Açelya. Kurbanın?'' Açelya'nın gözleri kocaman açıldı.

''Şaka yapmıyorsun değil mi?'' Pars kafasını iki yana salladı.

''Gördüğünü sanmıştım.''

''Ben…'' Elini alnına yasladı ve kaşlarını çattı. ''İnanmıyorum, yine mi? Tahmin ettiğimiz gibi Pars, katil aynı kişi. Beş yıldır aynı dönemlerde işliyor ve tüm kurbanların bileğine balık çiziyor. Mavi pilot kalemle, mavi… Takıntılı ruh hastası.'' Pars bir anlığına soğuk zemine daldı. Artık aynı kişi olduğuna eminlerdi ve bu onun ne düşünmesi gerektiğini iyice karmaşık hale getirmişti.

''Peki ya biri, balık çizdiğini bildiği için seri katili taklit ediyorsa? Aynı kişi değillerse. Onun gibi davranma, hedef şaşırtma ihtimali olabilir… Açelya biliyoruz, seri katil delil bırakmıyordu ve biz bugün kanlı peçeteleri dahi çöpte bırakan bir vakayla karşılaştık.'' Kapı aniden açıldığında Açelya irkilerek sıçradı. Odaya giren kişi başkomiserdi.

"Savcım, kapıyı çalmadan girdiğim için özür dilerim. Bu aralar çok dalgınım… Kurbanın ailesi kızın solak olduğunu söylüyor. Cinayet mahallinde avucuna bırakılan silah sağ, defter ve kalemi ise solunda. Kendisi de solak olduğunu kanıtlıyor. Muhtemel cinayeti işleyen potansiyel katil bundan bihaber.''

''Kurbanın kim olduğu öğrenildi mi başkomiser?''

''Öğrenildi sayın savcım. Maktulün adı Sezen Zeydan, on altı yaşında, Anadolu lisesinde okuyor. Çok b-''

''Kusura bakmayın bölüyorum ama Sezen'in ailesi ve arkadaşları kapıda ısrarla görüşmek istiyorlar.'' Lafı bölerek içeri giren kişi savcının yanında çalışan, kalemi Efsa'ydı. Açelya ve başkomiser onaylaşarak Pars'a baktılar. Hep birlikte oradan çıkıp savcının odasına geçtiler. Açelya masasına oturduğunda komiser kapıda bekliyor, Pars ise pencerenin kenarında ayakta dikiliyordu.

''İçeri alabilirsin,'' diye seslendi Efsa'ya.

Kısa süre sonra uzaktan gelen gürültülü ses azaldı ve içeriye henüz kırklarında görünen iki kişi girdi. Bunlar Sezen'in anne babası olmalıydı. Hali vakti yerinde insanlardı. Kadının kestane saçları vardı ve beline doğru uzanan bu saçlar uzun, dümdüzdü. Üzerinde üstüne oturan beyaz bir bluz ve altında turkuaza çalan kalem eteği vardı. Adam onun aksine şık değildi, muhtemelen çalıştığı yere giyinmişti. Üzeri toz toprak doluydu ve saçları tozdan bembeyaz görünüyordu. ''Hoş geldiniz, buyurun,'' dedi Açelya. ''Öncelikle başınız sağ olsun.'' O ana kadar zor tuttuğu yaşlar gözlerinden birer birer damladı bu çiftin. Kadın, dudaklarından kaçan hıçkırıkları tutamıyordu.

''Size yalvarıyorum savcım, ne olur bulun katili...'' Açelya dudaklarını ıslatarak saçını kulağının ardına itti. En zoru buydu, acılı ailelerle iletişim kurmak…

''Acınız taze, bu yüzden iyi olduğunuzda sizinle konuşmak istiyordum; ama buraya kadar geldiğinize göre birkaç soru sorabilir miyim?'' Çift, başını sallayarak ıslak yanaklarını siliyordu. ''Kızınız yakın zamanda biriyle kavga etti mi, bildiğiniz bir şeyler var mı?''

''Hayır.''

''Hayır, benim kızım hiç kavgacı biri değildir savcım,'' dedi annesi.

''Peki, son zamanlarda Sezen'in sık zaman geçirdiği biri var mıydı? Bir ilişkisi, tanıdığı biri hakkında bize yardımcı olacak herhangi bir bilgi var mı?''

Anne ve baba birbirlerine baktı, perişan haldeydiler. "Kızımız arkadaşlarıyla iyi anlaşırdı. Son zamanlarda da eskiden de bu böyleydi.''

Başkomiser, "Sezen'in sosyal medya hesabını veya cep telefonunu kontrol ettiğiniz oluyor muydu? Belki oradan bir ipucu bulabiliriz," diye söze atıldı.

Babası burnunu çekti. "Sezen sosyal medyaya sadece okuduğu kitapları paylaşmak için girerdi. Hatta arkadaş grupları vardı.''

Başkomiser, "Teşekkür ederiz. Böylesine acılı bir günde bize zaman ayırabildiğiniz için minnettarız. Soruşturmayı sürdüreceğiz ve size herhangi bir gelişme olduğunda bilgi vereceğiz," diye bitirdi.

Açelya Savcı, çiftin yanına oturup, "Sezen'in ölümüyle ilgili elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Size düşen, beklemeye devam etmek. Herhangi bir bilgi veya endişe durumunda bize ulaşın," diye ekledi.

''Teşekkür ederiz savcım.'' Çift başlarını salladı ve odadan sessizce ayrıldı. Geriye kalan ekip, birçok soru işaretiyle doluydu.

''Komiser, siz arkadaşlarını tek tek sorguya alın. Hiçbir ipucunu kaçırmayın. Acil bir şey olduğunda haber verin,'' dedi Açelya. Pars kendi kendine gülüyordu.

''Tamamdır savcım. İyi akşamlar.'' Başkomiser odadan çıktığında Açelya kaşlarını çatarak Pars'a döndü.

''Hayırdır Pars, biz ter akıtırken sen neye gülüyorsun?'' Saçlarını yukarıda sıkıca toparladı ve bileğindeki beyaz lastik toka ile bağladı.

''Hiç, eve mi geçiyorsun?''

''Belli değil, birlikte çalışmayı teklif edeceksen müsait değilim.'' Çantasını alarak kapıya ilerledi ve kulpu çevirerek ekledi: ''Odamdan hemen çıkarsan iyi olur.'' Ardından sertçe çekerek çıktı. Beyni ona rahatlaması gerektiğini söylüyordu. Eğer birkaç yudum dahi içmezse kendine gelemezdi ve işine kendini veremezdi.

Pars ile ayrılalı üç yıl olmuştu, kocaman üç yıl; ama o kadar burnunun dibindeydi ki içi soğusa da her gün dirilebiliyordu, bir küçük harekete.

Taksiye atlayarak en yakın pub'a girdi. Sevmediği nadir parçalar vardı ve tam olarak şu an onlardan biri çalıyordu. Right where you left me. Sandalyeye geçerek bir şişe bira istedi ve telefonun güç tuşuna basarak saate baktı, 19.28. Alnına saplanan ağrı ile telefonu cebine sokuşturdu ve avucunu alnına dayayarak gelen şişeden koca bir yudum aldı.

Şarkı sona erdiğinde hoparlörün gıcırdayan sesi mekândan ziyade beyninde yankılanıyordu, düşünmeyi bırakmıştı. Gözlerinde dışa vuramadığı öfkenin burukluğu oluşmuştu. Elindeki şişeyi kırmak istercesine sıkışı parmak uçlarını sarılaştırmıştı. O ise genzine kadar çıkan kusma isteğini bastırabiliyordu. ''You left me no choice but to stay here forever.''

Sahi, gözlerinde ya? Gözler.

Bir yudum daha aldığında içeri giren dörtlü arkadaş grubunu gördü. Artlarında bıraktıkları ağır kokuya yüzünü buruşturdu. O ağır parfümler kullanmıyordu ve tek makyaj malzemesi kiler kutularının içinde kaybolan tek bir rujdu. Pars'ın sevdiği. Sevmiş gibi yaptığı.

Pub'ın çetelesini tutmuyordu; lakin bu dört kadından birini her gidişinde orada gördüğünden emindi. Upuzun, kahve bukleler beline uzanıyordu ve iri gözleri yine aynı tondaydı. Üzerinde beyaz bir gömlek ve onun üstünde dizlerinin üstüne uzanan siyah straplez bir mini elbise vücudunu sarıyordu. İnce, uzun tırnaklarında koyu kırmızı oje o kadar narin duruyordu ki erkek olsaydı, hoşuna gidebilecek bir kadın, olduğunu düşündü. Koyu tondaki rujla dudaklarını çevrelemiş, arkadaşlarıyla kapıya yakın bir masada gülüşüyordu. Diğer üç kadın sarışındı ama boya olduğu bunca uzaklıktan belliydi. Hepsi aynı firmadan çıkmış bir ürünmüşçesine beyaz bir crop ve kot pantolon giymişti. Kendisi de sarışındı, acaba bende mi onlar gibi görünüyorumdur dışarıdan, diye düşünmeden edemedi. O, çakma sarışın değildi. Umarım değildir, diye geçirdi içinden. Onlara bakmayı kesip önüne döndü. Telefonu çalıyordu.

''Efendim İdil.''

''Savcım, rahatsız ediyorum ama herhangi bir gelişme olduğunda bilmek istemiştiniz.'' İdil karşısındaymış gibi başını salladı ve birasını içerek yutkundu.

''Hayır, etmiyorsun, ne oldu?''

''Sigaradaki sıvı kurbanın tükürüğüyle uyuşmuyor, fikrimi soracak olursanız katile ait olabilir. Olayın üstünden çok geçmemiş olmalıydı ki yan odada bir çay bardağı bulmuştuk, dışı hala sıcaktı. Banyodaki paspasla da kanları temizlemeye çalışmış olmalı ki kan izine rastladık.'' Açelya dişlerini sıktı.

''Şerefsiz, keyif sigarası eşliğinde çayını içmiş.''

''Ben de öyle düşündüm savcım, araştırmalara devam ediyoruz. Sizi tekrar rahatsız edebilirim.''

''Tabii İdil, iyi görevler.''

Kısa süre içinde Açelya, alkolün etkisiyle gevşemiş, düşüncelere dalmıştı. Uykusu da geliyordu ama karnı açtı. Yemek yemeden içtiği için kendi kendine söyleniyordu; çünkü ne zaman açken alkol alsa midesinin rahatsızlığını on tane hapla zor atlatıyordu. Evde ağrı kesicinin bittiğini hatırladı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Nöbetçi eczane aramayı düşünürken biri koluna dokundu.

''Pardon, yanınıza oturabilir miyim acaba? Malum mekân çok dolu. Boşaldığı an beni başka yere alacaklardır görevli buraya yönlendirdi.'' Bu Açelya'nın az evvel incelediği güzel kadındı. Arkadaşları nereye gitmişti?

Açelya nazikçe gülümsedi. "Tabii ki oturabilirsiniz."

Kadın masaya oturarak gözlerini Açelya'nın gözlerine dikti. "Tek başınasınız sanırım, bazen gerçekten çok iyi geliyor.'' Tırnakları ile bardağına vuruyor, muhtemelen tıkır tıkır sesler çıkarıyordu fakat çalan şarkıdan hiçbiri duyulmuyordu.

"Evet, bazen güzel olabiliyor. Sende mi yalnızsın?"

"Arkadaşlarımlaydım ama gitmek zorunda kaldılar."

"İyi ki geldiniz, sohbet etmek iyi geldi." Kadın gülerek çantasından bir toka çıkarttı ve kıvırcık tutamlarını eliyle düzelterek saçını döndürmeye başladı.

''Sanırım zor bir gün geçirdiniz.'' Açelya biranın etkisiyle artık daha güler yüzlüydü. Sırıttı ve şişenin dibini gördü. Barmene el ederek yeni bir bira istediğini söyledi. Artık yeni fıçı birasını serin serin yudumluyordu.

''Hem de ne gün. Hala bitmedi gibi hissediyorum.'' Kadın saçlarını bağladığında kollarını masaya sabitleyerek Açelya'yı incelemeye koyuldu.

''Özel olmazsa mesleğinizi sorabilir miyim?''

''Savcıyım ben,'' dedi Açelya elini uzatarak, kadın ile el sıkıştılar.

''Memnun oldum sayın savcım, ben de mühendisim.'' Bir shot daha attı. Açelya mutlu görünüyordu ama öğürme hissi ile doldu taştı.

''Midem çok kötü, biraz tuvalete gitmeliyim belki de.''

''Aslında gördüğüm kadarıyla iki şişe bitirdin, hassasiyetin mi var?''

''Ah, yok hayır. Bugün canice katledilen bir ceset gördüm. Sanırım onun etkisi, mesleğim gereği genel olarak dayanıklıyımdır fakat bugün ki beni çok etkiledi. Nadiren olabiliyor, düzelirim.''

''Of, hadi ya. Çok üzüldüm şimdi, genç miydi?'' Açelya karnını tutarak gözlerini kıstı.

''Liseli.'' Kadın aniden kahkaha atmaya başladığında Açelya ne olduğunu anlamadı. ''Pardon,'' dedi. ''Bir çocuğun ölümüne mi gülüyorsunuz siz?'' Sinirlenmişti. Komik olan neydi.

''Evet, aptal. O sürtüğün beynine sıkan bendim.''