Uyuyakaldığı kanepede iki büklüm olmuştu genç adam. Bir kolunun üzerine yatmış, horluyordu. Pislik içerisindeki masanın tozlu camına değiyordu kanepeden taşan kolu. Masada yok yoktu. Yarısı boş cips paketleri, ağzına kadar dolu bir küllük, kulpuna kadar donmuş kahvenin içinde yüzen bir kupa… Dışarıdan gelen kuş cıvıltılarının bile sesini bastırdığı televizyonda bir röportaj yayınlanıyordu. Süslenmiş bir kadın sorular soruyordu sokaktaki insanlara. Bir anda şiddetli bir sesle inledi ev.
"Zırr… zırr… zırr…" diye cızırdadı telefon, cam masanın üzerinde titreyerek dönmeye başladı. Zavallı adam yerinden fırladı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Kafasını salladı iki yana, kendine gelmeye çalışıyordu. Uyuşmuş ve karıncalanan kolunu güçlükle kaldırdı, alnını tuttu. Kimin aradığına bile bakmadan kapattı telefonun sesini. Titreşimin kesilmesiyle devam eden röportajı işitti.
"Bey'fendi, yeni yılınız kutlu olsun! 2030 yılından beklentileriniz neler?"
"2029 pek iyi bir yıl değildi bizim için. Her şey çok pahalandı ama 2030'un iyi bir yıl olacağını umuyorum. Bu yıl sağlıklı, huzurlu ve bolluk içinde olur inşallah."
Yaşlı adamdan sonra mikrofonu bir başka vatandaşa uzattı röportajcı kadın. Herkese dünkü yeni yıl kutlamalarını soruyor, iyi dileklerini iletiyordu.
"Her yıl aynı bok anasını satayım." diye kendi kendine söylendi genç adam. Pek de genç sayılmazdı aslında, bu yıl otuzuna girecekti. Ağzı öyle bir kurumuştu ki sesi çıkmıyordu doğru düzgün. Masanın üstünde duran bardağa uzandı. Bardağın dibinde kalmış suyu kafasına dikerken telefonunu aldı bir eline. Cevapsız çağrıya bakmamıştı bile. Ana ekranı açtığı anda parmağı oraya gitti, yıllar önce her gün girdiği uygulamanın bulunduğu yere. "Y" uygulaması yıllar önce satılıp kapanmış olmasına rağmen kas hafızasına öyle bir oturmuştu ki, her sabah var olmayan bir sosyal medya platformuna girmeye yelteniyordu.
"Zırr… zırr… zırr…"
Telefon yine çalmaya başladı. Adam korkuyla fırlattı telefonu, birkaç kez sekti ellerinin arasında. Güçlükle yakaladı. Bu sefer susturmadı sesini ve arayan isme baktı. "Kayra" yazıyordu ekranda.
"Alo?" diyerek açtı telefonu.
"İbo! Ner'desin sen, sesim geliyor mu?"
"Yok, gelmiyor."
"Kaç yaşına gelmişsin, yaptığın şakaya bak ya…" diye homurdandı Kayra.
"Yaş falan ayıp oluyor. Genç adamız hâlâ. Ee, niye aradın beni bu saatte?" diye sordu İbo.
"Unuttum deme bana. Bana sakın unuttum deme, bugün Anikaos'un açılış günü aptal herif!" diye celallendi Kayra. "Camış gibi uyumuşsun, bi' saate baksana! Açılış saatini kaçıracağız senin yüzünden! Şimdiye yola çıkman gerekiyordu!"
İbo telefonu kulağından çekti ve saate baktı. 13:27 yazıyordu ekranda. "Çıkıyorum hemen!" diyerek kanepeden zıpladı İbo. El çabukluğuyla telefonu masaya bıraktı. Arama hâlâ açıktı. Kıyafetlerini almaya koşarken bağırdı gitgide uzaklaştığı telefona. "Burak geliyor mu?"
"Geliyor! Hadi sus da giyin, çabuk ol!" diye bağırdı Kayra ve aramayı sonlandırdı. Onun bağırmasına gerek yoktu aslında, sesi net geliyordu. İbo'nun bağırmasına ironik bir karşılık vermişti sadece. İbo bir elinde kıyafetleri, diğer elinde valiziyle döndü koridordan. Hızla doldurmaya başladı valizinin içini. Bu sırada televizyondaki röportaj bitmiş, yerine reklamlar girmişti.
"Anikaos! Tüm dünyanın ilk ve en büyük simülasyon oyun turnuvası, bugün, 1 Ocak'ta başlıyor! Kaydınızı yaptırın ve bininci seviyeye ulaşan ilk oyuncu olarak bir milyar doların sahibi olun!"
Diğer reklamlara kıyasla epey uzun bir tanesiydi bu. Ekranda benzeri görülmemiş, yüksek teknolojili yapılar gösteriliyordu. Anikaos Turnuvası'nın simülasyon merkezleriydi bunlar. Çok yakında İbo ve arkadaşları da buradan Anikaos'un içine dalacaktı.
"O milyar dolar benim- bizim olacak." diye söylendi İbo. İcraatı, ağzı yerine elleri yapsa bir milyar doları kazanabilirdi belki de. Fakat önce açılışa yetişmesi gerekiyordu. Son kalan malzemelerini de doldurdu valize ve apar topar çıktı evden.
***
"Amma büyük otobüsmüş he." dedi İbo, bineceği otobüse yaklaşırken.
"Binmemiz gereken otobüs saat birde kalkacaktı," dedi Kayra ve telefonunu çıkarıp İbo'nun gözüne soktu. "ve saate bak, 14:59!"
Yeniden bir araya geldikleri hâlde hasret giderecek vakitleri bile yoktu. Önceki seferi kaçırmış olmalarına rağmen bunu da kaçırmaları an meselesiydi. Otobüsün camı takırdadı. Upuzun bir adam elini vuruyordu otobüsün içinden. Bu, Burak'tı. El hareketi yaparak gelmelerini istedi. İbo ve Kayra içeri daldı. Burak en arkaya oturmuş, üçlü koltuğu kendileri için ayırtmıştı.
"Vay, Burak'ım be!" diye sevindi İbo, dostunu görünce.
"Şimdi değil İbo, lütfen, şimdi değil." dedi Burak, bir eliyle gözlerini ovuştururken.
"Ne oldu lan?" diye sordu İbo. Bir yandan kendisine ayrılan koltuğa yerleşiyordu. Burak elini gözünden çekip yanıtladı.
"Otobüste çocuk var, hem de şımarık…"
"Hassiktir…"
***
Burak, İbo ve Kayra üçlüsü eşyalarını toplayıp inmişti otobüsten. Hepsi birden valizlerini sırtlamış, koştur koştur gidiyorlardı.
"Yapacağın işe sokayım İbo." dedi Burak. İri yarı cüssesiyle bir dev gibi koşuyordu.
"Bir şey olmaz, hani bir saat falan tanıtım olacak diyordunuz?" diye sordu İbo. Pijamadan hallice kıyafetlerle çıkmıştı evden.
"Olacak, olacaktı. Sayende kaçırdık onu. Ulan yaşlı domuz, şu parayı bi' alamayalım var ya…" diye yakındı Kayra. Uzun saçları dalgalanıyordu koştukça.
"N'olmuş ki? Oyuna geç başlayarak kazanırız biz de." diye sırıttı İbo.
"Olay sadece para değil." diye ekledi Burak. "Hayatınızda kaç defa sanal dünyaya girdiniz sanki. Çok eğleneceğiz."
Üç genç son hızla koştular yetişmek için. Ve nihayet Anikaos Merkezi görünür olmuştu. Devasa bina, sanki antik bir Roma tapınağının yüksek teknolojiyle yeniden yapılmış hâli gibiydi. Şehrin mimarisiyle pek uyumlu olduğu söylenemezdi. Antik mimarisi, çevresindeki gökdelenlerle uyuşmuyor, görkemli ve fütüristik yapısı ise gecekonduların üstüne gölge düşürüyordu. Girişe geldiklerinde uzun ve orta yaşlı bir adam karşıladı onları.
"Hoş geldiniz." dedi görevli adam. Yüzü yıllardır hiç gülmemiş gibi kaskatıydı. Soluklanıyordu üçlü. Nefes nefese kalmışlardı.
"İsimleriniz?.." diye sordu adam.
"İbrahim."
"Soy isminiz?"
"Yazıyor işte burada." diyerek bir kâğıt uzattı adama İbo. Kendisiyle alakalı birçok farklı bilgiyi içeren, Anikaos Turnuvası'na girmesini sağlayacak belgeydi bu. Kayra ve Burak da valizlerinden çıkartıp verdiler belgelerini. Adam sırayla kâğıtlara göz gezdirdi. Dudağını büzdü.
"Tanıtımı kaçırdınız, ama oyunun içindeki rehberi okuyarak bilmeniz gerekenleri öğrenebilirsiniz. Bol şans." dedi adam ve eliyle içeriyi gösterdi. "Size yardımcı olacaklar."
Üçlü kafa salladı ve içeri girdiler. Bir düzine kadar dedektörlü kapıdan geçip çantalarını bırakmalarının ardından, sonunda oyuna girecekleri yere vardılar. Bir stadyum kadar geniş bir alandı burası. Etraflarını inceledi üç genç, heyecanla. Dört bir yanları yarı-saydam kapsüllerle doluydu. Küçük bir araba ebatlarında olan bu kapsüllerden kat kat dizilmişti binlercesi. Ortada asansörlü bir sütun, göğe kadar uzanan katlara tüp köprülerle bağlanıyordu. Turnuvaya bu kapsüllerin içinde gireceklerdi. Kapsüllerin birçoğunun ağzı kapalı, içleri doluydu. Bu da oyunun çoktan başladığı anlamına geliyordu. Yanlarında bir kadın, rehberlik ediyordu onlara. Kendi kendine mırıldandı, elindeki ciltli bir kitap kadar kalın belgenin sayfalarını çevirdi.
"Sizin numaranız… Şurası. Takip edin lütfen." dedi kadın ve kapsüllere doğru ilerledi. Üç boş kapsül yan yanaydı. Üçlü, kapsüllere doğru ilerlerken bir tıslama sesi işitti. Hemen yanlarındaki bir başka üç kapsül, buharlar çıkararak açılıverdi. Üç kişi bağrışlar eşliğinde çıktı kapsüllerden.
"Mal Ömer, senin yüzünden öldük!" diye bağırdı kısa boylu olan.
"Ya Hamza! Senin körlüğün yüzünden gitti karakterim!" diye karşılık verdi uzun-beyaz saçlı adam.
"Beyler siz salak mısınız!? Lan o diyarda ne işimiz var bizim!?" diye detone oldu arkalarındaki uzun boylu. Birbirlerinin sözlerini keserek tartışıyorlardı. Yaşananları heyecanla izledi henüz oyuna girmemiş üçlü. İbo merakına yenik düşerek bir adım yaklaştı.
"Ne oldu? Elendiniz mi?" diye sordu tanımadığı üç adama.
"Yok kanka, elenmedik de… Bu mallar yüzünden karakterlerimiz gitti." dedi detone olan.
"Bi' aşağıya inip yemek yiyelim, sonra yine gireriz." diye ekledi beyaz saçlı adam, kalın bir sesle.
Kapsülden çıkan üçlü, gülüşmeler ve bağrışmalar içinde yola koyuldular alandan dışarıya. Garip bir samimiyet hakimdi havaya. Sanki birbirlerini daha önceden tanıyorlarmış gibiydi. İbo anlam veremedi. Anlamsız ve meraklı bakışlar eşliğinde yaklaştılar kapsüllere.
"Bunları alın. Yemek için de, konaklama için de, giriş-çıkışlar için de… Her yerde ihtiyacınız olacak." dedi ve üç adet kart uzattı rehber. Dediği gibi, bu tesisi kullanmak istiyorlarsa bu kartlar lazımdı onlara.
"İlk seferinizde baş dönmesi veya mide bulantısı yaşayabilirsiniz. Kısa süre içerisinde geçecektir." diye öğütledi rehber. Kadının yönlendirmeleriyle kapsüllerin içine girdiler.
"Kartı, köşede gördüğünüz girintiye soktuğunuzda oyunun içine dalacaksınız. Hazır mısınız?" diye sordu rehber kadın. Herkes derin bir nefes aldı. Heyecanlanmamak elde değildi.
"Bi' sigara mı içseydik ya?.." diye sordu İbo, çatallı bir sesle. Kayra ve Burak bunun sadece bir şaka olduğunu biliyordu ancak buna rağmen karşılık veremediler. Nefeslerini tutmuşlardı. İlk defa sanal bir dünyanın içine gireceklerdi. Birbirlerine bakıp kapsüllerin kapaklarını kapattılar.
"İyi şanslar!" dedi rehber ve biraz önce duyulan tıslamaya benzer bir ses eşliğinde daldılar simülasyona. Sanki düşüyorlardı. Bedenlerini hissedebiliyor, ama sonsuzluktan aşağıya düşen ikinci bir bedenin farkına varıyorlardı yavaş yavaş. Tenlerini sıyırıp geçen ve saçlarını havalandıran o rüzgârı gitgide daha da fazla hissettiler. Kapsülün içerisinde yatan bedenlerinin farkındalığını kaybediyorlardı artık. Bir tünelden geçiyormuşçasına gördükleri ışık patlamaları usulca duruldu, yerini ise bir arayüz ekranına bıraktı. His yoktu, sadece tek bir cümle görünürdü.
"Yeni karakter oluştur."
Basılacak bir buton yoktu. Hatta ve hatta etkileşime girecek bir uzuvları da yoktu. Bu bir seçenek değildi. Yazı cızırdadı, arayüz titredi. Ağır ağır soluklaştı görüşleri ve bir figür belirdi önlerinde. Önce ellerini kapatıp açtılar, sonra bir adım attılar. Hiçliğin ortasında bir ayna vardı sanki ve kendilerini izliyorlardı o aynadan. Kendi yansımalarına yaklaştılar. Her biri, dünyadaki hallerine benzer ama aynı zamanda farklıydı. Bilinçaltlarındaki kendi imgeleriydi aslında bu. Beyinlerinin derininde yatan kendi tasvirleri, Ankiaos'un teknolojisiyle harmanlanarak yeni bir suret kazanmıştı. Sanal bir alemde, fiziksel bir beden…
"Karakter ismi girin."
Artık ekranda yazan buydu. Gözlerinin önünde duran arayüz parçasına uzanacak kolları vardı en nihayetinde ama, hiç yetişemeyeceklermiş gibi uzaktı aynı zamanda. Yazı yazabilecekleri bir araç veya başka bir arayüz çıkıntısı yoktu. Yazmak yerine düşündüler. Harfler yan yana dizildi ve isimlerini girdiler. Görüntü son bir kez daha titreşti. Eski bir televizyonun bozulmasını andıran karıncalanmalar geçti ve yerini kendi yansımalarına bıraktı. Bir su damladı, ve yansıma dalgalandı. Bu seferki bir ayna değildi. Gökyüzünün büyüleyici mavisini yansıtan bir su birikintisiydi. Kendi yansımalarına baktı üçlü. Yağmur çiseliyordu sanki üzerlerine. Yürümeyi denediler ancak dizlerine kadar ulaşan suyu fark etmemişlerdi. Fark etmedikleri tek şey bu değildi. Bir göz gezdirdiler etrafta. Her bir köşesinde farklı tipten insanların sohbet ettiği, kedilerin heybetli ağaçların gölgesinde uyukladığı ve beyaz mermerlerle inşa edilmiş duvarlarla çevrili muazzam bir şehrin göbeğindelerdi. Etrafta farklı farklı dükkânlar, ticaret meydanları ve bulutları delip geçen devasa bir kule dahi vardı. İbo başını tutuyor, Kayra ise bir eliyle karnına bastırıyordu.
"Doğum Pınarı'na bu saatte bile gelen oluyor demek." diye bir ses işittiler arkalarından. Bir kadın onları selamlıyordu. "Merkez'e hoş geldiniz gençler!" diye bağırdı kadın, gür sesiyle.
"Oyundayız." dedi ve içinde bulunduğu çeşmeden dışarı attı adımını Burak. İbo ve Kayra'nın ise mideleri bulanıyor, başları dönüyordu. Zar zor attılar kendilerini su birikintisinden dışarı. Her şey, gerçekten farksızdı. Islak ayaklarıyla bastıkları topraktan yayılan kokuyu içlerine çektiler. Hafif bir rüzgâr esti yüzlerine, serinliği hissettiler. Ağaçların dallarında şarkılar söyleyen kuşların tınılarını dinlediler. Burası gerçekti.
"Burası… Muhteşem…" diye bakakaldı üçlü.
"Hahaha!" diye güldü kadın, gençlerin şaşkınlığına. "Doğum Pınarı'ndan doğanların ilk tepkileri hep böyle, şaşırıp kalıyorsunuz!"
Üçlü birbirine baktı. "Bize yardımcı olur musunuz?" diye sordu Burak.
"Onun için buradayım, buranın görevlisiyim ben!" dedi kadın ve eliyle etrafı göstermeye başladı. "Arkamdaki dükkândan başlangıç silahlarınızı seçebilirsiniz, zaman hızlı ilerliyor! İleride ticaret meydanı var, alışveriş ve müzayede evi orada. Az ileride ise devasa bir geçit göreceksiniz. Bir Kaos Geçidi! Onunla diğer geçitlere ışınlanarak Kaos Diyarları'nı gezebilirsiniz! Arkamdaki devasa kuleyi görüyorsunuz değil mi? Görmemeniz imkânsız! İşte oradan da klanlara katılıp üslerine gidebilirsiniz."
Taramalı tüfek gibi saydırıyordu kadın. Ellerini her oynatışında kafalarını çeviriyordu üçlü. Takip etmekte zorlanıyorlardı. İbo "Teşekkürler-" diyecekken kadın konuşmaya devam etti.
"Bir de Büyük Merkez var! Ama 100 seviye olmanız lazım önce. Tavsiyem kolay Kaos Diyarları'na gidin. Başarı oranınız daha yüksek! Oradan Kaos Jetonları elde edin ve Kaos Ekipmanları satın alın. Böylelikle Kaod bulup onları satabilirsiniz! Kaos Yırtıkları'na dikkat edin ama. Çok tehlike-"
"Hanımefendi." dedi İbo. Kadının lafını kesmişti. "Biz rehberi okumadık. Dediklerinizi anlamıyoruz."
"Hee. Baştan desenize! Rehber elinizin altında, istediğiniz zaman açıp okuyabilirsiniz. Yola çıkmadan birbirlerinizi gruba davet etmeyi de unutmayın. Haydi iyi yolculuklar, işiniz rast gelsin!" diye el salladı kadın. Gençler de el sallayarak karşılık verdi. Etraflarına bakındılar. Kadının gösterdiği üzere başlangıç eşyalarını seçecekleri dükkâna gitmeye karar verdiler. Önlerindeki devasa kapıyı aralamalarıyla birlikte hayrete düştüler. İçerisi silah doluydu. Çeşit çeşit, farklı türlerden… Kılıcından baltasına, tek elli arbaletinden çivili gürzüne, fırlatma bıçaklarından çift taraflı tırpanına… Her şey vardı burada. Hepsi, sanki tek bir usta tarafından dövülmüş gibi aynı malzemelerden yapılmıştı. Üçlü dört bir yana dağılmış, farklı silahları inceliyordu.
"Bunlar Kaos Ekipmanı değil, gençler! Silahınıza zarar gelebilir, kırılabilir." diye bağırdı tezgâhtaki adam. Kel kafasının yarısı gözüküyordu sadece. "İlk silahınız bedava. Hadi seçin bakalım!"
"Bunu alıyorum." dedi ve bir eline yay, sırtına da ok dolu bir sadak aldı İbo. Burak irice bir çekiç, Kayra da hilal biçimli bir kılıç almıştı eline. Tezgâhtaki adamla selamlaşarak çıktılar dükkândan.
"Eee, rehberi okuyun demişti kadın?.." diye döndü yanındakilere Burak.
"Ben rehber falan göremiyorum, yok üzerimde." dedi İbo.
"Karakter isimlerini düşüncelerimizle girdik, değil mi?" dedi Kayra ve bir elini çenesine götürdü. "Belki de düşünce gücüyledir…"
"Oldu!" diye bağırdı İbo. Hepsinin önünde oyunun menüsü vardı artık. Sadece kendileri görebiliyordu bu arayüzü. Düşünceleriyle tıklayabilecekleri seçenekler listelenmişti. Karakter, Envanter, Grup, Ayarlar, Çıkış gibi opsiyonlardı bunlar. Envanter ekranını açtılar, ve Anikaos Rehberi isimli eşyayı gördüler. Bir kitap simgesi vardı üstünde. Hepsinde de vardı aynısından.
"Helal lan Kayra!" diye bağırdı İbo. Kayra'nın omzuna vurdu. Derken bir cızırdamayla yeni bir uyarı geldi arayüz ekranına.
"Merkez koruması aktif. PvP (Oyuncuya Karşı Oyuncu) modu devre dışı."
Şakasına da olsa, dost canlısı bir etkileşimde bulunamamışlardı. İbo'nun eli Kayra'ya temas edememişti bile. Sistemin kuralları katıydı. Hepsi de önlerine düşen bu uyarıyı okumuştu.
"Merkez'den ayrıldıktan sonra dokunmayın bana." dedi Kayra. İbo ve Burock diğer ayarları karıştırıyordu bu sırada. Ve bir ayar dikkatlerini çekti. İsimleri açma seçeneği. Hem kendi isimlerini görünür kılacak, hem de diğer oyuncuların isimlerini görebileceklerdi. Yalnız bu sadece Merkez sınırları içerisinde geçerli olacaktı. Hepsi birlikte kafa salladı, ve ayarı açtılar. Kafalarının üstünde isimleri belirmişti. İbo'nun üstünde "İbo", Kayra'nın üstünde "Kayra" yazıyordu.
"Kendi isimlerinizi mi girdiniz? Birazcık yaratıcı olun." diye güldü Burak.
"Ne yapsaydık ya? Seninki neymiş?" diye çıkıştı İbo ve Kayra. Burak, isim ayarını bilerek geciktirmişti. Tam o anda açtı ayarı, ve ismi tepeye çıktı.
"Burock." dedi Burak, diğerleri havada beliren ismi okurken.
"Bir şey diyeyim mi Burak? Tanıdığım en yaratıcı adamsın." diye güldü İbo.
İsimlerinin yanında bir sayı yazılıydı. Bu da seviyeleriydi. 1 yazıyordu üçünde de. Bu sırada yanlarından bir silüet geçti. Hızlı yürümesine karşın adım sesleri duyulmuyordu. Göz göze geldiler. Orta boyluydu adam. Sıkı bir maske, bir yırtıcı edasıyla diktiği gözleri dışında bütün yüzünü kaplıyordu. Soluk renkli deri bir zırh giymiş, hançerlerini dinlendiriyordu kınında. Üstünde de ismi ve seviyesi yazılıydı.
"Işığın Sesi - 53"
Uzunca bakıştılar. "Şunlara bak…" diye gözlerini kıstı maskeli oyuncu. "Daha sınıf güçlerini bile açamamışlar. Ezikler sizi." diyerek esen rüzgâr gibi ileri fırladı Işığın Sesi. Gözden kaybolmuştu.
"Bu neydi şimdi?" diye sordu Kayra, rüzgârdan havalanan uzun saçlarını düzeltirken.
"Işığın Sesi mi?.. Kulağa çok tanıdık geliyor." diye mırıldandı İbo. Sanki yıllar önce unuttuğu, hatırlayamadığı bir şeyler vardı.
"Boş verin şimdi onu. Daha fazla geç kalmayalım. He eğer boş boş oturalım diyorsanız benim için bir sorun yok." dedi Burak.
"Hayır, daha fazla beklemek yok. Gitmemiz lazım. Şimdi." dedi Kayra, hırsla.
"Rehberi okumamı bekleyecek hâlde değilsiniz sanırım." diye arkadaşlarına döndü İbo. İkisi de ileride duran devasa ışınlanma geçidine bakıyordu. Kaos Geçidi'ne…
"Sabırsızlar sizi. Yolda okurum ben de." diye güldü İbo. Burak çekicini eline aldı, kabzasını sıktı. Kendini kaptırmış üçlü, Kaos Geçidi'ne doğru emin adımlarla ilerlediler. Çok yakında, Kaos Diyarları'na ilk adımlarını atacaklardı.
"Seviye atlama vakti!"