Cherreads

Chapter 14 - #BÖLÜM-14: GÜNEŞSİZ GÖKYÜZÜNÜN ÇOCUKLARI

Karanlık.

Bilinç, dipsiz bir kuyudan yavaşça yüzeye tırmanan bir mahkum gibiydi. Önce sesler geri geldi; derinden gelen bir uğultu, makinelerin ritmik nabzı ve kendi kalp atışlarının boğuk gürültüsü. Ardından koku geldi; filtrelenmiş, hafif metalik ve ozon kokan yapay bir hava. En son ise görüntü. Berwick gözlerini araladığında, gördüğü şey bir tavan değildi. Gördüğü şey, ondan birkaç metre ötede duran, ahşap ve metalden yapılmış tuhaf maskeler takan bir düzine çocuktu. Çocuklar sessizdi, hareket etmiyorlardı, sadece karanlığın içinden ona bakıyorlardı.

Yattığı yumuşak ağdan hızla doğruldu ve anında savunma pozisyonu aldı. Etrafına bakındı. Devasa, doğal bir mağaranın içindeydiler. Gökyüzü yerine, kilometrelerce yukarıdaki mağara tavanından sarkan devasa, loş bir ışıkla parlayan kristaller vardı. Yanında, gözlüğünü takmaya çalışan Hyogaki de kendine geliyordu.

"Berwick… İyi misin?" diye sordu Hyogaki, sesi mağaranın akustiğinde yankılandı. O da ayağa kalkıp çocukları fark ettiğinde irkildi. "Bunlar da kim?"

"Bilmiyorum," diye cevapladı Berwick. "Ama dost canlısı görünmüyorlar."

Çocuklar bir fısıltıyla kendi aralarında konuşmaya başladılar. Dilleri tanıdık değildi; ritmik ve melodik ama anlaşılmazdı. İçlerinden en uzun boylu olanı, elinde parlayan bir değnek tutan bir çocuk, bir adım öne çıktı ve değneğiyle mağaranın derinliklerini işaret etti. Bir davetti. Ya da bir emir.

Berwick ve Hyogaki birbirlerine baktılar. Hyogaki, "Seçeneğimiz yok gibi," diye mırıldandı. "Diğerlerinin nerede olduğunu öğrenmeliyiz." Berwick başıyla onayladı.

Çocukların rehberliğinde, mağaranın içine oyulmuş geniş bir tünelden ilerlemeye başladılar. Yürüdükçe, mağara duvarlarının aslında işlenmiş olduğu, üzerlerinde eski ama ileri teknoloji ürünü kabloların ve boruların bir ağ gibi yayıldığı ortaya çıktı. Loş kristal ışığının altında, terk edilmiş yüzeyin tam zıttı, yaşayan bir dünyanın kalbine doğru yürüyorlardı.

****

Aynı anda, şehrin bambaşka bir köşesinde, metalin metale çarpma sesiyle bir uyanış gerçekleşiyordu. Alchio, sırtını sert ve soğuk bir zemine çarparak kendine geldi. "Ahh! Belim! Bu nasıl bir karşılama böyle? Şehir beklerken sanayiye düştük resmen!"

Kalktığında, kendisini gıcırdayan, buhar sızdıran devasa boruların ve paslı yürüyüş yollarının olduğu loş bir tünelde buldu. Yanında, çoktan ayağa kalkmış, elini kılıcının kabzasına atmış olan Ren, bir gölge gibi sessizce etrafı tarıyordu.

"En azından hayattayız," dedi Ren, sesi tünelin metalik akustiğinde yankılandı.

Alchio üstündeki tozu silkeledi. "Hayatta olmakla hurda olmak arasında ince bir çizgi var dostum. Ve sanırım biz o çizginin yanlış tarafındayız." Etrafına bakındı. "Diğerleri nerede acaba? Umarım benim gibi sert bir iniş yapmamışlardır.Özellikle de Kiko ve Hana, onlar daha minyon."

"Odaklansak iyi olur," dedi Ren, ilerideki bir koridoru işaret ederek. Oradan, düzenli aralıklarla gelen mekanik bir tıkırtı duyuluyordu. "Yalnız değiliz."

Alchio sırıttı. "Güzel! Biraz aksiyon fena olmaz. Bu arada, bir robotla bir fotoğraf makinesi neden iyi anlaşamazmış?"

Ren cevap vermeden ilerlemeye başladı. Alchio arkasından seslendi. "Çünkü robot hep 'poz' veriyormuş! Anladın mı? Poz! Hahaha!" Renin soğuk tepkisinin ardından Alchionun suratı biraz şaşkın ve durgunlaştı. "Kötü müydü?"

Ren omuz silkti. "Esprilerin, kılıç yeteneklerin kadar iyi olursa ileride az da olsa Konsey'de bir yerin olabilir."

Bu, Ren'in standartlarına göre neredeyse bir iltifattı. Alchio'nun yüzü aydınlandı ve süslü meçine döndü fısıldamalı bir tonla konuştu. "Duydun mu? Konsey'e girebilirmişim!"

Ren iç çekti. "Espri yeteneğinle değil."

***

Ve üçüncü bir noktada, uyanış çok daha sakindi. Akemi, gözlerini açtığında yüzüne vuran yumuşak, mavi bir ışıkla karşılaştı. Kendilerini, devasa bir cam kubbenin altında, ışık saçan garip bitkilerin ve mantarların olduğu sakin bir bahçede buldular. Kiko ve Hana da yanındaydı, etraflarına hayranlıkla bakıyorlardı.

"Burası… çok güzel," diye fısıldadı Hana.

"Fazla güzel," diye karşılık verdi Akemi, içgüdüsel olarak yayını kontrol ederken. "Ve fazla sessiz."

Çok geçmeden, etrafları meraklı yüzlerle sarıldı. Maskeli çocuklar ve onlara temkinli yaklaşan yetişkinler. Akemi ortama pek güvenemediği için kiko ve hananı narkasında durup yayını sıkıca tuttu. Bir anlık sessizliğin ardından, Kiko onlara doğru gülümsedi. "Merhaba! Biz dostuz."

Halk şaşkınlıkla birbirine baktı. Yaşlı bir kadın öne çıktı ve kendi dillerinde bir şeyler söyledi. Kiko ve Hana anında cevap verdiler. Akemi ise kaşlarını çatarak onları izliyordu.

"Durun bir dakika," diye araya girdi. "Siz… onların dilini nasıl anlıyorsunuz?"

Hana, bileğindeki Evren Saati'ni işaret etti. "Bize verilen Saatlerimiz sayesinde. İçinde evrensel bir tercüman var. Herhangi bir canlının dilini analiz edip zihnimize çeviriyor Müthiş değil mi? Yoksa Senin saatin de yapmıyor mu?"

Akemi saatine baktı. Düşüş sırasında çarptığı camında ince bir çatlak vardı. Ekranda küçük bir 'Hata: Dil Modülü Arızalı' uyarısı yanıp sönüyordu. "Benimki… sanırım bozulmuş. Sadece anlamsız fısıltılar duyuyorum."

Bu durum Akemi'nin içine bir sıkıntı düşürdü. İlk defa kendini ekibinin yanında bu kadar savunmasız ve dışlanmış hissediyordu. Artık arkadaşlarının ne konuştuğunu anlamak için onlara tamamen bağımlıydı…

***

Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından, Berwick ve Hyogaki'nin rehberleri olan çocuklar, onları devasa bir yapının önüne getirdi. Burası, şehrin geri kalanından daha görkemli, sanki tek parça kristalden oyulmuş gibi duran bir arşivdi. Kapılar sessizce açıldı. İçeride, koltuğuna bağlı yaşlı syborg Maeon onları bekliyordu.

"Hoş geldiniz, genç Gardiyanlar. Sizi bekliyordum."

Hyogaki bir adım öne çıktı. "Sizde kimsiniz?"

Yaşlı Maeon soruyu doğrultan Hyogakiye doğru baktı ve gülümsedi. "Adım Maeon, bu diyarların Bilgi Ağı ve Koruyucusuyumdur."

Berwick kınını sıkıca tutuyordu, Maeon ona nedense pek güven vermemişti. "Bilgi ağıysanız, Arkadaşlarımızın nerede olduğu hakkında bir fikriniz var mı? Yoksa siz mi ayırdınız?"

Bu sözün ardından Hyogaki Berwicke endişeli bir şekilde baktı. "Berwick, bu çok kaba bir soru, bilmeden böyle bir şey soramayız." Berwick sadece Hyogakiye ciddi bir bakış attı. Fakat bu soru Maeonun hoşuna gitmiş olmalı kahkaha atmaya başladı.

"Kader ayırdı diyelim," dedi Maeon. "Bu şehir, dışarıdan gelenleri kendi kurallarına göre karşılar. Üzgünüm genç adam, Fakat endişelenme Onlar da benim gibi şehrin farklı 'anılarının' içinde güvendeler."

Hyogaki Maeona doğru baktı. "Peki nerede olduklarını biliyor musunuz?"

Maeon Başını onaylar şekilde salladı. "Evet, ama önce, misafirlerime bu sığınağın hikayesini anlatmak isterim, vaktiniz varsa."

Berwick sabırsızca araya girdi. "Hikayelerini sonra dinleriz. Benim merka ettiğim şey, bu gezegene hiç gardiyanlar ayak bastı mı?" Hyogaki bu soru altında berwicke keski nbir bakış attı, Aynı şekilde Maeonda Berwicke şüpheli bir tonla bakış attı.

Maeon'un gözleri bir anlığına Berwick'e kilitlendi. "Sabırsızlık, gençliğin en büyük erdemi ve en büyük günahıdır. Her şeyi öğreneceksiniz. Fakat önce… Atalarımın gökyüzünü son kez gördükleri o günden başlayarak…"

Maeon'un sesi, sanki eski bir kayıttan geliyormuş gibi odada yankılanmaya başladı. "Gezegenimiz ölüyordu. Yüzeyi kavrulmuş, atmosferi zehirlenmişti. Son bir umutla, evrenin en tehlikeli, en yasak gücüne başvurduk: Bir 'Dilek Oluşumu'nun kalbine. Dileğimiz basitti: 'Halkımızın ve bilgimizin sonsuza dek hayatta kalacağı bir sığınak diliyoruz.' Ve evren, dileğimizi kabul etti." Berwick, adamın anlattığı

hikayenin ağırlığı altında sessiz kalmıştı. Bu, Tomo Usta'nın derslerinde anlattığı teorik bilgilerden çok daha fazlasıydı; bu, yaşanmış bir trajediydi.

"Evren bize bu şehri verdi. Aethelburg'u… Ama her dileğin bir bedeli vardır, değil mi?" Maeon'un sesinde acı bir tını vardı. "Bizim bedelimiz, dileğimizin kendisiydi. Aethelburg'u yaşatmak için gereken enerji, gezegenin yüzeyindeki son yaşam kırıntılarından çekildi. Gökyüzümüzü, güneşini, yıldızlarını… hepsini sığınağımızın yakıtı olarak feda ettik. Bizler, kendi dileğimizin mahkumlarıyız."

***

Aynı anda, şehrin endüstriyel damarlarında, Alchio ve Ren ilerliyordu.

"Hey, teneke kafa! Hiç pas sökücüye ihtiyacın var mı? Çünkü tipin pek bir paslı da!" diye bağırdı Alchio, karşılarına çıkan örümcek robota. Robotun kırmızı ışığı anında Alchio'ya kilitlendi ve tiz bir alarm sesi çıkarmaya başladı. Gövdesinden küçük plazma topları ateşlemeye başladı.

"Aha!! İşe yaradı! Ama… Sanırım biraz fazla işe yaradı! AAAAAA!" diye bağırdı Alchio, bir borunun arkasına atlarken. Tam o sırada, bir gölge hızla robotun arkasında belirdi. Ren'in karanlık kılıcı, bir fısıltı gibi havayı yardı ve robotun bacaklarını tek bir akıcı hareketle kesti. Robot, kıvılcımlar saçarak yere yığıldı. Ren, kılıcının ucunu sensörüne saplayarak onu tamamen susturdu.

Alchio siper aldığı yerden çıktı. "Vay canına, gerçekten de gölge gibisin hiç benliğini belli etmiyorsun! Senin yanında kendimi disko topu gibi hissediyorum."

İlerlemeye devam ettiler. Birkaç arızalı robotu daha atlatarak, sonunda üzerinde solmuş harflerle 'Kriyojenik Arşivleme - Sektör 7G' yazan devasa bir kapıya ulaştılar. Kapı, bir tarafa doğru hafifçe eğilmiş, aralık duruyordu.

 

"Burası hiç tekin görünmüyor," dedi Alchio.

"Burada sanki bir şeyler var…" dedi Ren sadece. "Hissedebiliyorum."

İkili, birbirlerine baktıktan sonra sessizce aralık kapıdan içeri süzüldüler.

***

Bahçelerde ise Akemi, Kiko ve Hana, halkla kaynaşmışlardı. Yaşlı bir kadın, onlara kendi ürettikleri garip ama lezzetli yiyeceklerden ikram etti. Kiko ve Hana, kadının anlattıklarını Akemi'ye çeviriyorlardı.

"...Maeon bizi koruduğunu söyler," diyordu kadın Hana'nın çevirisine göre. "Ama bazen bu koruma bir kafes gibi geliyor." Yaşlı kadın, odanın köşesindeki duvara monte edilmiş küçük, parıldayan bir küreyi işaret etti. "Onun 'gözleri' her yerdedir. Her şeyi duyar, her şeyi görür. Dengeyi bozmamalıyız."

Akemi verilen meyveleri iştahla yerken Hanaya baktı "O mu? O da kim?" ağzındaki lokmayı yuttu.

Kadının sesindeki korku, Akemi'nin içine bir şüphe tohumu ekti. Bu huzurlu görünen toplumun yüzeyinin altında, derin bir baskı ve çaresizlik yatıyordu.

***

Maeon'un hikâyesi bittiğinde, Arşiv'de derin bir sessizlik oldu. Berwick, adama doğru bir adım attı. "Hikâyen trajik. Ama bu, sorduğum soruları cevaplamıyor, bizim gardiyan olduğumuzu nasıl anladın? Buraya bizden başka kimse ikamet etti mi?"

Maeon'un yüzündeki hüzünlü ifade kayboldu, yerine soğuk ve hesapçı bir bakış geldi. "Tıpkı onların sorduğu sorulara benzer şeyler soruyorsun delikanlı… Onlar, dengeyi bozdular," dedi Maeon net bir sesle. "Sizin gibi sorular sordular, birileri var mı yok mu diye… Ve sonrasında ayrılmak istediler. Bu sığınağın sırrını dışarıdaki kaosa taşımak istediler. Aethelburg'un hayatta kalması, izolasyonuna bağlıdır. Bu yüzden onlara bir seçim sundum."

Berwick ve Hyogaki şaşırmışlardı, demek ki buralara onlardan başka gelenlerde olmuş…

"Ne seçimi?!" diye sordu Hyogaki gergin bir şekilde.

"Tıpkı şimdi size sunacağım gibi," dedi Maeon. Arkasındaki terminallerin ışıkları daha parlak yanmaya başladı. "Ya bu sığınağın bir parçası olur, bilginizle bize katkıda bulunarak sonsuza dek burada yaşarsınız…"

***

Alchio ve Ren, kriyojenik kapsüllerle dolu odaya girmişlerdi. Oda, ölümcül bir sessizliğe ve dondurucu bir soğuğa sahipti. Alchio kapsülleri incelerken bir anda dona kaldı ve yere düşüp geri geri ilerlemeye başladı "Bunlar… Olamaz," diye fısıldadı Alchio, kapsüllerden birinin üzerindeki Gardiyan amblemini görünce.

Kapsülün buzlu camını elleriyle ovup temizlediğinde, içeride, yüzünde donmuş bir şok ifadesiyle, mavi Gardiyan üniforması içinde bir kadın gördüler. Gözleri açıktı ama hiçbir şey görmüyordu.

"Nasıl?..."dedi Ren, sesi ilk defa bu kadar gergin çıkıyordu. "Bu evren… Keşfedilmemişti hani?"

Tam o anda, odanın diğer ucundaki gölgelerden ağır, metalik adımlar duyuldu. İkisi de hızla arkalarını döndüler. Orada, onlardan çok daha büyük, savaş için modifiye edilmiş, kollarında devasa matkaplar olan bir güvenlik robotu duruyordu. Ama bu farklıydı. Üzerinde, paslanmış ve kurşun delikleriyle dolu, solmuş bir Gardiyan amblemi vardı. Robotun gözleri parlak kırmızıya döndü ve matkapları yüksek bir sesle dönmeye başladı.

"Anlaşılan," dedi Alchio, ellerinde devasa bir buz kalkanı ve kılıç oluştururken. "Karşılama komitesi pek arkadaş canlısı değil."

Ren, karanlık kılıcını çekti ve Alchio'nun yanındaki yerini aldı. "Bu sadece bir robot değil Alchio. Kolundaki armaya bak! Bu şey daha önce bir Gardiyanmış."

***

Akemi, Kiko ve Hana, yaşlı kadınla konuşurken dışarıdan gelen bir arbede sesiyle irkildiler. Pencereden baktıklarında, birkaç güvenlik robotunun genç bir adamı zorla yakaladığını gördüler.

"Dengeyi bozanlar ayıklanmalıdır," diye anons etti robotlardan biri, monoton bir sesle.

Tam o anda, odanın köşesindeki parıldayan küre kırmızıya döndü. İçinden Maeon'un sentezlenmiş sesi duyuldu: "Uyarı. Sınıf-3 Yabancılar, yerel halkla izinsiz temasta bulunmuştur. Protokol 17 başlatılıyor. Kaçaklar olarak tanımlandınız. Teslim olun." Dışarıdaki robotlar bir anda onlara doğru döndü. Evin kapısı büyük bir gürültüyle kırıldı.

"Hemen kaçmalıyız!" diye bağırdı Akemi. Üçü, evin arka penceresinden dışarı atlayıp şehrin dar sokaklarında koşmaya başladılar. Arkalarında, alarmlar ve robotların metalik ayak sesleri yankılanıyordu.

***

Maeon cümlesini tamamlar: "…ya da o Gardiyanlar gibi, şehrimizin anılarında sessiz bir yer edinin. Arşivlenin."

Tünellerde, modifiye edilmiş Gardiyan robotu, korkunç bir hızla Alchio ve Ren'in üzerine atılır.

"Alchio Savaş pozisyonu al!" diye bağırır Ren.

Akemi, Kiko ve Hana bir köşeye sıkışmış, etrafları güvenlik robotları tarafından sarılmıştır. "Ne yapacağız?!" diye bağırır Hana korkuyla.

 

Farklı yerlerde, farklı tehditlerle, ama hepsi aynı anda o korkunç gerçeği anlamıştır.

Berwick, Maeon'un soğuk gözlerine bakarken fısıldadı. Alchio, üzerine gelen devasa matkapları görünce yutkundu. Akemi, etraflarını saran robotların kırmızı gözlerine bakarken nefesini tuttu.

"…"

Ve üç farklı yerden, sanki tek bir ağızdan çıkmış gibi, aynı kaderi paylaşan yedi kişinin ortak kaderinin ilk cümlesi duyuldu:

"İşte şimdi sıçtık…"

More Chapters